|
Days of Joy : Anı duyumsayarak
yaşamak

ÖMER ÖZEN
Kebek'te yaşayan
sanatçılarımızdan Ressam Pelin Yazar Cañez, yedinci kişisel
sergisini Saint-Leonard'taki Centre Leonardo da Vinci'de açtı. 18
- 25 Eylül tarihleri arasında yer alan sergide daha önceki yapıtlarının
yanında yeni yapıtlarına da yer verdi.
Yapıtlarında
olağanüstü bir biçimde renk cümbüşü kullanan Pelin Yazar Cañez
ile sanatı üzerine konuştuk. Sergisinin konusunu Sevinçli
Günler olarak seçen Pelin Yazar Cañez sözlerine şöyle
başladı:
Bu kez boyutları
daha ufak tuttum. Yine tekniğim aynı teknik. Yaklaşık bir sene içinde
sürekli çalışmayla oldu. Bu anlamda kompozisyonların öncekilere
göre farklılıkları var. 'Days of Joy'da anlatmaya çalıştığım şey
şuydu: Bizler yaşamın içerisinde birçok şeyi kaçırabiliyoruz. Geçmişle
ilgili takıntılarımız olabiliyor. O ana vermemiz gereken saygıyı
gösteremeyebiliyoruz. Dolayısıyla hep gelecekle ilgilenmiş oluyoruz.
Örneğin müzikle uğraşanlar bunu daha iyi anlar. Müzik an'la ilgili
bir şeydir.
- Yapıtlarınızda
şunu mu anlamalıyız?: İleriye dönük bitakım dileklerimiz olurken,
bir anlamda yaşadığımız anı yitiriyoruz, kaçırıyoruz. Burada işlediğiniz
konuyla onu mu yakalamaya çalışıyorsunuz?
- Kaçırmaktan ziyade, zaman çok kıymetli bir şey. Bizlerin burada,
dünyada ne kadar kalacağımızın da kesin bir süresi yok. Burada yaşarken
hakkını vererek yaşamak gerekiyor. En azından bir elma bile yiyorsak,
o elmanın nereden geldiğini düşünmek. Yani ne yapıyorsak onu yaşamaktan
bahsediyorum. Öğretmenlik zamanımda öğretmenliğin hakkını vermek.
Çünkü orada öğretmenim. Stüdyodaysam, o da benim bir işim. Benim
yaptığım bu; eğitimini aldığım için bunları yapıyorum. Sonuçta insanlar
sanatçıların çok daha farklı, çok özel bir şey olduğunu sanıyor.
Böyle olduğu için değil, sadece işim olduğu için yapıyorum. Ama
yaptığım her işte onunla ilgiliyim; bu yemek de dahil.
- Duyarak,
farkında olarak mı yaşayalım diyorsunuz?
- Evet, farkında olarak yaşamak. Aynı zamanda mutluluk denilen şey...
- Nedir
mutluluk?
- Bana göre mutluluk, insanın kendine yakın olma hali. Kendine dürüst
yaşamasıyla başlayacak bir şey bu. Ve saygı duymasıyla ve sevgi
duymasıyla başlayan... Böyle bir değer vermeyen, saygı duymayan
birisi başkasına o saygıyı ne kadar gösterebilir? Başka şeyler,
başka hadiseler, başkalarının hayatları üzerinde düşünmek veya çok
fazla zaman harcamak yerine bugün hakikaten ne yaptım? Acaba günüm
bir fotokopi mi geçti?
-
Herhangi bir konu seçerken nereden başlıyorsunuz? Örneğin 'ben böyle
bir seri yapmak istiyorum' derken nereden, nasıl başlıyorsunuz?
Temeli nereden geliyor?
- Temeli insan olmak. Bunun için, inşallah olurum, olmaya çalışıyorum.
Konu kendiliğinden oluşuyor... Bir konu için genelde taslaklarım
oluyor. Sürekli notlar alıyorum. Sergiyi açacağım mekânı düşünürken
bir bütün olarak oluşuyor. Tuvallerin ölçülerinden tutun da... Hani
bir resme başlayıp başka bir gün başka bir resme başlamak gibi değil
de, yapacağım şey aşağı yukarı tasarlanmış oluyor.
- Kafanızda
mı tasarlıyorsunuz yoksa çeşitli eskizler mi yapıyorsunuz?
- Bunların hem eskizleri var, altlarında bir tasarımları var, hem
renk açısından, hem kompozisyondan açısından. Ama aynı zamanda o
yaptığım eskizi tamamıyla teke tek olduğu gibi geçirmiyorum. O orada
bir adres gibi. Bir resme başlayıp o resim üç günde bitmiyor. Üzerinde
çalıştığım belirli bir zaman varsa, o resimler bir tarafta bekliyorlar.
Başka bir resimle ilgileniyorum ama, aynı seri içerisinde sonra
tekrar geliyorlar. Ve kat kat. Her renk de kat kat. Yani eskiz bir
yola çıkış gibi.

- Peki
o ilk eskizde herhangi bir hedef belirliyor musunuz, ben şuraya
varacağım gibi? Sonra resme başladığınızda yan yollara mı sapıyorsunuz?
Atlıyor mumunuz bitakım şeyleri? Yoksa başlamış olduğunuz hedeften
vazgeçip tamamen başka bir yola mı sapıyorsunuz?
- Genelde bir yoldan vazgeçmek değil de, seçim yapmakla ilgili.
Yani, bir ağaç olarak düşünürseniz, iki dal vardır. Bu dal mı, şu
dal mı deyip bir dala girersiniz. Sonra üç dal çıkar, yine bir seçim
yaparsınız. Ben resimlerin taslağından bahsediyorum, konunun gereği
olarak değil, her biri için yapılan bir taslak vardır. O taslak
bir amaç değildir, bir başlangıçtır. Yani, benim yaptığım resim,
elmanın resmini yapmak mı, elmadan resim yapmak mı sorusunda. Benimki
elmadan resim yapmak.

- Bir
rengi kullanmaya nasıl karar veriyorsunuz?
- Bir yoğun çalışma ortamına giriliyor. Eskizler oluştuktan sonra
resmi dinliyorum. Örneğin burada bu olmamış, başka bir şey deniyorum.
O anda çıkıyor diyemem ama, kendi aralarındaki uyum çok önemli.
Hangi rengi kullandığım da önemli değil. Tüm renkleri seviyorum.
Ama o renklerin arasındaki koyuluk açıklık derecesi, türü, mavisi
hangi mavi gibi… Kırmızıysa, neyin yanına koyulacak? Bu, bu şekilde
bir formül gibi aynı zamanda. Resim kendisi söylüyor, daha bitmedim
diyor. Eskizde çok güzel duruyor olsa da tuvalde bitmemiş olabiliyor.
- Bir
resim üzerinde çalışıyorsunuz uzun süre. Bir yer geliyor ya bıkıyorsunuz
ya da tıkanıyorsunuz. O zaman ne yapıyorsunuz? O resmi kaldırıp
atıyor musunuz?
- Hayır, onu bırakıyorum, tutup bir kenara koyuyorum. Yorulmuş olabilirim.
Sonra başka bir şeyle ilgileniyorum. Daha sonra koyduğum yerden
tekrar çıkartıyorum. Bir yere hiçbir biçimde gitmediğini düşünüyorsam,
kompozisyonu tamamen değiştiriyorum.
- Bir
resme başlamak için size ne ilham veriyor?
- Fırça, boya, tuval... Müzik olabilir. Örneğin haftasonu, atölyedeyim.
Fırçalarım, boyalarımla, kitaplarımla birlikteyim. Başka şeylerle
de ilgileniyor olabilirim o arada. Müziğim, kahvem... Evde kedilerim....
Normal bir hayat içerisindeyken…

- Örneğin
çıkıp sokakları geziyor musunuz? Gezinirken gördüğünüz kişilerden,
ortamdan etkilendiğiniz oluyor mu? Oradan bir konu çıkarabiliyor
musunuz?
- Elbette ki işim dolayısıyla, çocuklarla ilgili, zaten dışarıyla
ilişki halindeyim. Kent merkezinde oturuyorum. Etkileşim mutlaka
oluyordur. Ama daha çok iç yolculukla ilgili benim resimle ilişkim.
Hepsi
olabilir. Etkileşim de olur. Örneğin kırmızının bir tonu bir yerde
gördüğüm bir şeyden esinlenmiş olabilir. Öz ve biçimle ilgili...
Bir yere gitmiş, bir ortamdan, bir manzaradan etkilenmiş olabilirim.
O ortam hoşuma gitmiş olabilir. Ama aman buranın fotoğrafını çekeyim
resmini yapayım diye bir düşüncem olmaz. O manzarayı sevmişsem,
o anı yaşamak, ondan zevk almak isterim. Zaten doğa kendi içinde
müthiş bir sanat. Onun bir parçası olup sindirmeye çalışırım.
- Örneğin
geçmişte yaşamış olduğunuz bir olay sizi etkileyebiliyor mu? Çocukluğunuzda
ya da yaşamınızın bir döneminde yaşadığınız bir olayı bir biçimde
resme yansıtabiliyor musunuz?
- Daha çok göçmenlikle ilgili olabilir. Göçmenlikte, bir yerden
geliyoruz, başka bir durumda olabiliyoruz. Burada karşılaştığımız
yeni bilgiler, yeni kültürler oluyor. Ama aslında geldiğimiz yerden
getirdiğimiz öz bir çekirdek var. Bunu bir sergide kullanmıştım.
Şu da olabiliyor;
belki 'Days of Joy'u yönlendirmek gibi oluyor ama,
bir yerde kaldığımızda önyargılarımız olabiliyor. Göçmenlik bunların
kırılmasına da yardımcı olabiliyor. Bunu renklere uyarlarsak; hiçbir
şeyin siyah ve beyaz olarak kesin çizgiler olmadığını, arada değişik
tonlar olduğunu, değişik renkler olduğunu ancak göçmenlik bize öğretebiliyor.
Kişi bir şeyi yapıp yapamayacağını öğrenebiliyor. Çünkü insan hep
değişen bir varlık. İyiye doğru değişirse elbette daha değerli olur.

- Kendinizi
bir yere ait olarak duyumsuyor musunuz?
- Dünyaya aitim ben.
- Bu biraz
geniş oldu. Bunu daha küçültebilir miyiz? Çünkü dünya içinde değişik
yaşam biçimi ve kültürler, anlayışlar var. Sanatçılar da genelde
o gelmiş oldukları ya da daha sonra içine girmiş oldukları kültürü
yapıtlarında yansıtırlar. Örneğin biz bir göçmen toplumu olarak
Anadolu'dan geliyoruz ve oradan yansımalar getiririz. Sizin böyle
bir yere, bir kültüre ait olma kaygınız ya da durumunuz var mı?
- Yaptığım resimler evrensel, herhangi bir yere ait değil. Resimlerim
geleneksel Türk resim sanatı içinde değil. Resimlerimi yaparken
geleneksel olarak şöyle mi yapayım, böyle mi yapayım gibi bir düşünceyle
yapmıyorum; neyse o çıkıyor ortaya. Bunun altında tabii çok zengin
bir kültürümüz var. Türkiye'nin daha önceki dönemleri açısından
da, halı, kilimlerimizin renkleri ve motifleri açısından da. O kültür
her zaman besliyor. Bu müzik açısından da olabilir.
- Kuşkusuz
figüratif olarak çalışmıyorsunuz. Bazı sanatçılar vardır, yaptıkları
resimlerden oranın neresi olduğunu çıkarabilirsiniz; burası Kebek,
burası Hindistan ya da ne bileyim, Çin ya da başka bir yer. Sizin
yapıtlarınızda ağırlık olan bir şey var mı?
- Belki su olabilir. O da İstanbul'da yaşamış olduğumdan. Yazları
Didim'e giderdik. Su oluyor genelde. Montreal'de de biliyorsunuz
ırmak var. Bir de şunu söyleyeyim; göçmen olduğumuz için yapıtlarımın
da özgün olmasını önemsiyorum ve yapıtlarımın da özgün olduğunu
söyleyebilirim. Çünkü bu bir serüven ve bu serüven hep devam edecek.
Pelin Yazar
Cañez sanatçı bir aileden geliyor. Annesi Uğur Yazar
da bir ressamdı. O nedenle çocukluğunda annesinin işliğinde fırça
ve boyalarla haşır neşir olmuş. Yaptığı resimleri eş-dost, tanıdık
alıp duvarlarına asarmış hep çocukluğunda.
Bir
de kedileri var Pelin Yazar Cañez'in. İlle de kedilerim olsun
diye değil, ortada kalmasınlar diye edinmiş olduğu kedileri var.
Adları Maggie, Venüs, Biblo ve Poppy. Kendisi müzik
dinler, resim yaparken onlar da o duygu ve sanatsal yüklü ortama
uyum sağlıyorlar, tabloyu tamamlıyorlar. Eşi Anthony her
konuda kendisine yardımcı olsa da kediler yaramaz. Birbirlerini
çok kıskanıyorlar. Hele birini sevip okşamaya görsünler, birbirlerine
düşüyorlar. Üç kız bir erkek kediler. Kızlar neyse de, erkek olan
Bilbo'nun yeri başka… Kavga da oradan çıkıyor zaten…
Bu arada eşi
Anthony Cañez 'Sevinçli Günler' sergisi ortaya
çıktığında yapıtlardan esinlenmiş ve şöyle bir şiir ortaya çıkmış;
sizlerle paylaşmadan edemedik. Şiiri özgün biçimi, İngilizce olarak
veriyoruz:
Days of
Joy
A new
day, a new sun,
forever old and familiar
and fumbling with open secrets,
rises
on the grateful earth, shaking hands with people
and the luminous
and the things they said were empty.
How it
all keeps the seed and maintenance
of an original,
a happy accident for us.
We might
pick something up
worth a pretty penny, or a song,
or the hard and precious ride of a life.
Bizim
Anadolu
Eylül-Ekim
2013
|