|
Derin Kuyu
Mistik oyuklar bak soluyorlar
Solukları ve sayıları
Şairi de zorluyorlar
Milatta inatlaştıkta
Höyükler hopluyorlar
Gülümsüyor İsa'ya yer adları
Düşün yurdu bu oyuklar
İnsan eliyle kolaydır
Masallarla yarışırken
Çocuklar düşünlerinde
Her kutsalla ölçüştü
Gözünü sevdiğim gayret
Yer altı odalarında
Kibele taşlarından aktarımlarla
İnsan gönlüdür yedinci katlar
Sekiz-dokuz vicdan
Onuncuya inmişsen
İnsana taparsın vallah
Çingene sehpasında da olsan
Katmer katmer açılan güller
Dolangaç odalardır
Eneği kalesinde
Pembeliği kalmıştır kızıl güllerin
Azizlere dervişlere vererek
Özveri açılımlarıdır odalar
Yirmibirinci yüzyıla örnek
Bembeyazdır ipince tozdur
Melegübünün kimyası
Deneyimdir, aydınlıktır
Su ve havadır kuyularda
Nasıl güvencelenirdi oda komşuları
Bu kayalar siyah olsa
İnziva ülkesi bu yurtta
Kişiliği efsaneler yarattı
Kubabalar, Aryatesler, Dionisos
Gregorlar, Basil, Yuanis
Veya Tapduk Emre, Yunus
Tesadüfen sığınmadı Kılıçaslan
Alaaddin Ürgüp'e
Güvenli tüneller için değil
Tünel gönüllü insanlara
(Mustafa
Kaya. 2001. Kapadokya-Bir sofa, Bin gizem)
Niğde'den kuzeye doğru bir yol gider. Sonra ikiye çatallanır bu
gidiş. Biri başı karlı Erciyes dibindeki Kayseri'ye, öbürü bir çağa
adını veren çiçeğin yarattığı Nevşehir'e ulaşır. Biz bu yolculuğumuzda
bu yollardan Nevşehir'e ayrılanı seçelim ve de öylece ilerleyelim.
Sağımızda yalçın sırtlı Aladağlar, solumuzda Karamelendiz Dağları;
geniş bir bozkırdan geçeriz ki Budovası derler buraya; yeraltı suyundan
son damlasına değin yararlanan köylerden, ekeneklerden gide gide
yol alırsak Gölcük'e, sonra da Derinkuyu'ya varırız.
Derinkuyu:
Budovası bozkırının ortasında gök bitimi geniş, güneşin er doğup,
geç battığı belde... Bozkırda bir anıtlar kenti. Taşın türkü söylediği
bezekli, süslü diyar...
Milattan önce
3000 yıllarında, yani bundan şöyle böyle 5000 yıl önceleri bile
bu diyarda insanlar yaşamlarını sürdürmüş... Hayvancılık yapmışlar,
koyun yetiştirmişler, toprağı sürüp tohum koymuşlar, yetişen buğdayı
unufak edip ekmek eylemişler. Yine Milattan önce 1800 yıllarında
Etiler egemenlikleri altına almışlar bu diyarı. Sonra Firigya Kırallığı
sahip olmuş. Ama giderek Kapadokya halkı Firiglere karşı birleşerek
bağımsızlıklarını elde etmişler. Derken Persler ve Büyük İskender...
Sonra Hıristiyanlık... Yeni bir dinin kabulü için kararsızdır halk.
Çalkantı, kargaşa... Hıristiyanlığı yayma çabalarındaki Azizler...
Romanın egemenliği altındaki Kapadokya halkının bu yeni dini benimsemeye
yatkın oluşu... Ve Hıristiyanlık kabul ediliyor. Hıristiyanlık dünyasının
en önemli merkezidir artık Kapadokya... Roma bölününce bu topraklar
Bizans'ın payına düşüyor. Sonra Arap akınları... 300 yıl süren...
Kapadokya Araplar'da, Kapadokya Bizanslılar'da... Alınıyor, veriliyor...
Sınırlar yay gibi...
Öte yandan dinsel
bir bunalım çağının çalkantısında tedirgin halk: çünkü haç, resim
yasaklanmıştır, tapınma günah sayılmaktadır. İkonoklazm çağı deniliyor
bu bungun döneme: Arap akınları; Sasani akınları ve İkonoklazm bunalımından
kaçanlar yer altı sığınaklarını yaratıyorlar Kapadokya'da... Adım
başına bir tane... Kızılırmak'ın kuzeyinde de güneyinde de yüzlerce...
Can korkusu bu ... Neler yaptırmaz ki insana. Can tatlı, tüm zorluklarına
karşın şu dünya yaşanılası bir yer… Canı kolayca teslim etmek yok,
can aziz.
Budovası bozkırında
sere serpe, gerine gerine yatan Derinkuyu evlerinin altında bambaşka
bir dünya var... Bir güneşsiz yeraltı dünyası. Yer yüzündekinin
belki 25, belki 100 katı... Yerin derinliklerine doğru kat kat inen...
Kayalara oyulmuş esrarengiz, gizemli bir kent... Akıl, sır ermez
yapısına... Bu nasıl bir sabırdır, bu nasıl bir emek veriştir, anlatılamaz.
Serin geçitlerinde, karanlık salonlarında günlük yaşam telaşı içinde
insanlar ömür geçirmişler. Keçilerini, ineklerini bile yanlarına
alıp indirmişler. Sütünü ayran eylemişler, buğdayı un, unu ekmek
yapmışlar, Kapadokya güneşinde ballanan üzümlerin suyunu çıkarıp,
şaraba dönüştürmüşler... Bu yaşam sürüp gitmiş yıllar boyu...
Peki, İnsanları
yer altına sığınmaya zorlayan nedir? Niçin o güzelim güneşten, yer
altının serin, soğuk, korkutan karanlığına kaçmışlardır.
Her şey varıp
dayanıyor can güvenliğine... Bu yer altı dünyasını insan oğlu özgür,
korkusuz, baskısız, güven içinde yaşayabilmek için yarattı... İnsan
üstü emeklerle...
Kesin olarak
hangi çağda yapılmış bu düzenek? Bir anda mı ortaya çıkmış? Bunu
bilmek zor işte... Belki ilk kez Etiler yaşadılar buralarda. Sonra
gelenler genişletip genişletip kullandılar. Arap, Sasani akınlarından
kaçanlar, ikonoklazm yüzünden zulüm görüp de göç edenler, diderginler,
göçgünler de sığındılar... Böylece gün gören bozkırın altında yeni
bir yaşam kavgası başladı. Öyle ki bütün yer altı kentleri bir birine
yer altından tünellerle bağlanmış... Düşman yer yüzünü ele geçirdiğinde,
bir birine yardım edebiliyorlar... Ekmek mi tükendi? Koş yer altı
geçitlerinden komşu köye, al getir... böylece işgalci düşman yukarıda,
istediği kadar kuşatsın beldeyi ve de teslim olmalarını bekleyedursun...
Çağlar boyunca kullandıkça genişletilmiş, nüfus arttıkça, ailelerin
kişi sayısı çoğaldıkça hem yana, hem dibe doğru yeni odalar, salonlar,
katlar eklenmiş kayaların içinde... Yer darlığı diye bir sorun da
yok... Genişle genişleyebildiğince... Bütün gereksinim yerleri yapılmış.
Şarap yapım yerleri, mutfaklar... Hatta bir konferans salonu bile
var... Üç sütunlu... Sonradan getirilip de yerleştirilmiş sütunlar
değil. Kayadan oyularak sütun biçimi verilmiş. Altıncı kattaki bu
konferans salonunun yonca yaprağı biçiminde olduğuna bakarak Etilerin
kullandığı da söyleniyor. Çünkü yonca yaprağı Etilerin sembolüymüş...
Bu katta bir Roma mezarı da bulunmuş. Burada bir nikâh kıyılan yer
ve günah çıkarma geçidi de var. Günahı olduğuna inananlar bu geçitten
yürür ve arınır, temizlenirlermiş. Ama yer altı şehrinin en ilginç
yerleri ne günah çıkarma geçidi, ne de işkence odalarıdır. En ilginç
yerleri kuyulardır. Bunların kimisi yeryüzüne açılıyor, kimininse
yeryüzüyle bağlantısı yok. Kimisinde çıkrık izleri bile tap taze
duruyor. Kuyunun tabanı ile yeryüzündeki ağzı arasındaki uzaklık
85 metre ayrıca hava delikleriyle yer altı kentinin havasız kalmaması
sağlanmış. Aynı zamanda bir kaçış deliği olarak da kullanılmış bu
hava bacaları... Düşman ele geçirende, kaçış yerleri dikkate değer.
Ama bu yer altı kalesini ele geçirmek öylesine zor ki; daracık geçitlerden
silahlı askerlerin ilerlemesi, serbestçe hareketi olanaksız. İlerlese
bile her 25-30 metrede bir koca koca sürgü kapılar, kalelerin demir
kapılarından daha sağlam, daha güven verici... Geçidi kapatan bu
sürgü kapıların yuvaları var. Öte yana bir takoz kondu mu, yer altı
kentinin insanı artık güvenlik içindedir. Düşman yer yüzünde egemenliğini
sürdüre dursun, yer altı kentinin insanı günlük yaşamını yürütür
korkusuzca...
1963 yılında
bulunup 1965 yılında ziyarete açılan yer altı kenti için "Dünyanın
Sekizinci Harikası" deniliyor... Her yıl on binlerce
gezginin hayranlık ve şaşkınlıkla, ilgiyle ziyaret ettiği bu akıllara
durgunluk verecek kadar garip yer altı dünyasında 20 bin ailenin
yaşadığı hesaplanıyor. Kişi olarak düşünülecek olursa 100 bin -
120 bin insan çağlar boyu bu yer altı kentinde ömür sürmüş demektir...
1830'larda bu
yöreyi gezip incelemiş olan Fransız gezgin, arkeolog Prof. Charles
Texier şöyle anlatıyor: "Melehübü köyündeki kuyu
çok eski çağlarda yapılmış olması bakımından dikkat çekicidir. Ki
bu, şimdiki yoksul halkın yapabileceği bir iş değildir. Bu kuyunun
şekli 4 köşe ve her köşe 3 metre ve derinliği de 66 metredir. Bakır
ya da ağaçtan yapılmış su kaplarını bir dolapla indirirler. Dolabın
ipi hayvan derisinden yani sırımdandır. Kuyunun çevresine taştan
oyulmuş tekneler koyulmuştur. Bunların oluk gibi su akacak yeri
vardır. Her aile böyle bir yalağa sahiptir. Yoksullar sularını bu
yalaktan alırlar. Bu kuyunun aslını keşif olanağı bulamadık. Üzerinde
hiçbir yazı yoktur." (1924. Küçük Asya. Çeviri: Ali Suat, İstanbul).
1924 yılına
değin Derinkuyu halkının önemli bir kesimi Hıristiyan'dır. Bunların
yaptırdığı kiliseler de birer sanat şaheseri olarak sapsağlam ayaktadır...
Kesmetaştan yüksek yapılar... Kapıyı çevreleyen taşlara kabartma
olarak yapılmış, salkım salkım üzümler, ele alınıp kütür kütür yenilecek
kadar canlı... Bu kiliselerden biri cami, öbürü değirmendir bugün...
Cami olanda tavan süslemeleri, resimler olduğu gibi, bozulmadan
duruyor... Bu, Türk'ün o benzersiz hoşgörüsünü, sanat sevgisini,
güzelliğe aşkını belirtmez mi?
Hakkı Atamulu...
Budovası bozkırında sıradan bir kasabayı anıtlarla süsleyip de adını
yurtdışında bile ünlü eden kişi. Dünün Melegübü Köyü bu gün anıtları
ile tanınan ünlü Derinkuyu'dur. Yalnız yer altı kenti, kiliseleri
ile değil pek çok anıtları ile de haklı bir ün kazanmıştır beldemiz...
Bunların bir tekine bile sahip olamayan pek çok büyük kent vardır
yurdumuzda ve dünyada... Ve bu yüzden Derinkuyu'ya; Bozkırda anıtlar
kenti adı da verilmiştir. Bütün bunların da yaratıcısı Hakkı
Atamulu'dur. O bir bozkır çocuğudur. Derinkuyu daha Melegübü
iken doğmuştur 1912'de. İngiltere'lerde Almanya'larda okuyup heykel
sanatında önde gelenlerden biri, yontunç olmuştur.. Taşa can vermiş,
kayaları yontup Eti Aslanları benzeri yüce anıtlar yaratmıştır...
Yurdumuzda pek çok görkemli anıt onun yaratıcı ellerinden çıkmıştır...
Ama en fazla kendi diyarına, kendi kasabasına eser bırakmıştır O...
Bir kültürpark yapmış ki benzeri belki Avrupalarda yoktur... Her
bir avuç toprağı işlenmiş... Plan, program üzre yaratılmış... Taa
uzaklardan bile görülen dev bir anıt. Gazi Mustafa Kemal Atatürk...
Mareşal giysileri içinde, elinde dürbünüyle güneylere, gök bitimi
geniş bozkıra bakmaktadır. Yalnız Türkiye'nin değil Ortadoğu'nun
da en büyük anıtıdır bu. Çünkü yüksekliği 14 metre 75 cm. Ayrıca
pek çok "abstre/soyut" denilen türden, modern
yapıtlar... Bir bakışta anlamı çıkarılamayan, ama boşu boşuna dikilmemiş
pek çok yapıt... Yeşillikler içinde, havuz kıyısında, yollar boyunca
sıralanmışlar... Kültürpark bozkırın yeşertilebileceğine en güzel
örnek... Girenin çıkmak istemediği, düşüncelerine dalıp gidebileceği
bir huzur parkı burası... Ol ulu sanatçının evi de başlı başına
bir müze. Dış görünüşü ile sıradan bir köy evi... Ama içinde yapıt
yaratmanın verdiği coşkunluk, o ahenkli şiir var... "Sanat
toplum içindir. Onun için Derinkuyu'dayım." diyor büyük
usta. "Türk heykel sanatı bizim kuşağın elindedir. Bu kuşaktan
kurtulduğu an gerekli ilerlemeyi ve gelişmeyi gösterecektir".
Benden sonra tufan demiyor... Bizim kuşak göçüp gidince Türk heykeli
geriler de demiyor. Bencil değil taşa can veren sanatçımız. Büyük
ünü, onu bir halk adamı olmaktan çıkarmamış, değiştirmemiş... Bütün
isteği halkının mutluluğu, halkını okumuş, yazmış, sanat değerinden
anlar görmek... Kişisel değil, genel…
Derinkuyu...
Dün "zor geçim" ya da "değirmen
taşı ocağı" anlamında Melegübü idi. Bugün yer altı
kenti, kiliseleri, görenin aklından çıkaramayacağı, gözlerinden
silemeyeceği ilginçlikte anıtlarıyla artık sıradan bir bozkır kasabası
değil... Dünyanın sekizinci harikasını dibinde saklayan belde...
Derinkuyu: Bozkırda bir anıtlar kenti...
(27 Temmuz
1974 günü yazılmış bu yazıya Mustafa Kaya'nın şiiri eklenmiştir.
EG)
Ağustos-Eylül
2012
Yazarın önceki yazıları:
|