“Beyninizin, düşüncenizin çapı, dilinizin çapı kadardır.”

ÖMER F. ÖZEN

Geçen sayıdan devam.

50. Sanat Yılı’nı kutladığımız yazarımız Eğitimci, Yazar, Ozan Osman Bolulu’yla yaptığımız söyleşinin ikinci ve son bölümünü yayınlıyoruz.

Dil ile kişilik, kimlik ve kültür ilişkisini açıklayabilir misiniz?
Osman Bolulu: Beyninizin, düşüncenizin çapı, dilinizin çapı kadardır. Diliniz neyse, siz o’sunuz. İnsanın yaşama bakışı, düşünüşü, yaşamı algılayıp, değerlendirişi diliyle doğru orantılıdır. Kültür dediğimiz birikim; bir toplumun ya da bireyin özdeksel, tinsel yaratılarının tümü. Bir yaşayış biçim ve biçemi: Toplumun ve bireyin tavır, davranış ve alışkanlıklarına yansır. Toplumsal bir varlık olan insana özgü belirti ve niteliklerin toplamı olan kimliğimizi belirleyen düşünüşümüz, dolayısıyla dilimiz, kültürümüzdür.

Dil ile düşünüş iç içedir: Birbirini yeder, evriltir: Açılımları, güdüklükleri özdeştir. Dil, kültürümüzü oluşturan öğelerden sadece biri değil, temel taşıdır. Bir ulusun dili, kültürü, iç içe oluşum ve kazanımlarıdır. Ulusların kimliğini, uygarlık düzeyini dilinden çıkarabilirsiniz.

Osman Bolulu, bu kadar yıldan sonra geriye baktığınızda, pişmanlık duyduğunuz, çok yazıklandığınız dönem ya da dönemler olmuş mudur?
Osman Bolulu:
“Bu kadar yıldan sonra” derken, benim doğum yılımı düşünüyorsunuz herhalde. Daha ne ki, gözümü yumduğumda, ayağım dibinde çocukluğum. Etmeyin, daha çok işim var, bitmedi görevim. İnsanlığa borcumu azaltmama fırsat veriniz lütfen.

Uluslarınki gibi insanların da bir tarihi vardır. Tarihimi “olsaydılar”la sorguya alırsam; pişmanlık (Yaptığı işin ya da davranışın sonucunu üzülerek görmek) demiyeyim de hayıflandıklarım oluyor elbet. Sosyal katmanım, ailem, olanaklarım, içinde yaşadığım düzen, bana hangi kapıları yarı açık bıraktıysa, arasını zorlayarak yaşamda konum edinmiş biriyim. Payıma ayrılanı çoğaltarak, onun üstünden insanlaşmaya, ulusuma, insanlığa yararlı olmaya çabaladım. Her ne kadar düşünüşüm kristalleşti, bilinci pekiştiyse de, yaşam zorlukları içinde, yine de bana ayrılan kulvardan koşmakla sınırlandım, az buçuk.

Çocuk yaşta yazma hevesine tutulmuştum. Yazarlık, şairlik tutkumu, meslekte yöneticilik almasaydım, açılımlı kılabilir, daha yetkin ürünler verebilirdim. Ama yöneticilikle, benim sosyal katmanımdan gelen öğrencilere yardımı, onları geliştirme olanağımın genişlemesini yeğledim. Çünkü onlardandım: Onların acısını yaşamıştım, yazgılarının batıkta kalmasını isteyemezdim. O yoksul halkın parasıyla okumuş, adam olmuştum. Borcumu ödemek zorundaydım. Ulusumun bütün insanı çağcıl eğitimden pay alırsa; ulusumun göneneceğine inanıyordum. O nedenle, yazarlığıma, şairliğime ket vuran o dönemi, kayıp sayamıyorum. Öğrencilerimi gördükçe, doğru yaptığıma inanıyor, insanlığa pay eklemenin zevkini yaşıyorum. Yarına adınız yazılmayacak, ama düşünüş ve tutumunuzun, anlayışınızın yetiştirdiklerinizle, ileriye uzanışını görmek, az bir gönenç değil.

İlk şiir kitabım 1955’te, ikincisi 1963’te. 1992’ye kadar kitap yok. 30 yıllık bir ara: Alıştığı dil kullanımını soğutma, yazma alışkanlığının körelmesi bu! Acı, üretimsizlik, yitim bir anlamda. Yüz yıllardır uyuklamaya bırakılmış halkın çocuğuydum. Etiler çağını aşamamıştı o halk. Yalınayak gezdiğim tarlalarda kurt düşen ayağımın izi, silinmemişti; o tarla, dağ belden. “İddiasını gütmeyen yiğit değildir.” diyen toprağımın; yüklediği bir görev vardı: Elbet sosyalizan düşünüşte olacaktım. Sosyal kuruluşlarda bulundum. Çarpık düzenle savaşa girişenlerle omuz omzaydım. Onlardan kimisi arkadaşım, kimisi öğrencimdi. Tutuklandılar, hapse atıldılar, öldürüldüler. Onların acısından ırak olabilir miydim? Siyasal yazılar için kalem çaldım. Meslekten itilmelerle işsiz aşsız bırakılmalarla, ben de payımı aldım. İşte, o otuz yılın, araya girişi bundan.

Politikaya bulaştım, TBMM’ye girmek, halkın sesini haykırmak istedim, birkaç kez. Öğretmen ahlâkıyla ve insanlık değerlerinden yozutmadan, hele parasal gücü ve arkasında ilerici-gerici cemaati olmadan başaramayacağımı anlayıp sanatsal yazıya, şiire döndüm.

O dönem kayıp mı? Pişmanlık duymalı mıyım? Bence Hayır! Kötülükler, olumsuzluklar da birer öğretmen: Olmaz’ın, yanlışın içinden doğrusunu çıkarıyorsunuz. Yaşamı, çevrenizi, kendinizi acı-tatlı gerçekleriyle tanıma olanağına kavuşuyorsunuz. Belki de bugün yazdıklarım, o pişmanlık sanılacak dönemin deneyimi, getirisidir.

Fotoğraf: Özgür Öktem

Kişioğlunun (insan yerine kullanıyorum) geleceği olarak gördüğümüz çocuklarımıza, gençlerimize, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, verebileceğimiz ileti ne olabilir?
Osman Bolulu:
Önce insanlaşmak, hukuka inanmak. Hukuk dediğimiz şey; başkasının da sizin gibi birisi olduğunu kabul edip, onu payını yoksamamakla başlar. Dünyanın, neresinde olursa olsun, insanlar, temelde özdeştir. İnsanlık bir bütündür. İnsanları birbirinden ayıran sınırlar siyasal çizgidir sadece. Yeryüzünde insan için kazanılmış hangi değer varsa, bütün insanlığın ortak birikimidir. Uygarlık, teknoloji, tek bir ülkenin, ulusun üstüne tapulu değildir: İnsanlığın ortak çabalarının vargısı / sonucudur. O nedenle, bütün insanlığın kullanımına, yararına açık olmalıdır.

Şu ya da bu ülkede; uygarlık, teknoloji, insanlık değerleri düzey değişikliği gösteriyorsa; bu, oraların coğrafi, kültürel gelişim, bilimi kılavuz edinme, aklı kullanma, laik ve sosyal bir düzeni yaşama uygulayış farklılığı nedeniyledir.

Tek başına bir insan düşünün: Sadece ben varım, desin. Ertesi sabah kalksın ki, yeryüzünde kimse kalmamış. Dünyadaki bütün özdeksel varlıklar onun. Ne yapacak? Güzel olsa, ona kim güzel diyecek? Çirkinlik etse, kim yüzüne vurup onu güzele çağıracak? Acılarımızı, sevinçlerimizi - ulusal ve evrensel çapta - bölüştükçe insanlaşırız. Öyle var olur, insanlık değerlerini saygıyla korur, geliştirirsek; dünya esenlikli bir çiçek bahçesine dönüşür.

Dünyanın bugünkü gidişi ve tutumu nedeniyle, önemle anımsatılacak bir şey daha var: Kimi yönetimler, dünyanın bütün sınırlarını parçalamak, ulusal devletleri yok etmek, dünyayı tek bir köye dönüştürmek istiyor. Buna da küreselleşme diyor. Küreselleşmeyi, insanlığın ortak değerlerine saygıyla, nimetlerini bölüşmek, sanata, edebiyata olanak yaratarak insanlığın içini güzelliklerle bezemek saysa, başımızın üstünde yeri var. Ama dünyaya tecim kafasıyla bakıyor, insanları tecimin aracı sayıyor. “Ben bu düşünceyi satın alabilirim.” diyor. Dünyaya para imparatorluğu egemen olacak, yeni tür köleliğe itileceğiz. Tek düşünüşlü dünya, tek çiçekli, diyelim ki, zakkum çiçekli kısır bir bahçeye dönüşecek. İçimiz çölleşecek.

Uluslar, insanlık ailesinin bireyleridir. Onların farklı kimlikleri, farklı düşünüş, algılayış iklimleri, insanlık bahçesini, tek boyutluluktan kurtarır, varsıllaştırır. Daha boyutlu insanlık orkestrasını yaşarız. “Bir yerde, herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse bir şey düşünmüyor demektir.” sözü boşuna söylenmemiş. Değişik düşünüşlerle, gizleri delik delik etmiş, çıkarımlar almışız. Bütün ulusların katkısı ve bütün kültürlerin harmanlanması ile güzel dünya kurma iletisi verilmelidir insanoğluna, derim.

Mayıs 2002