
"Aşk bir kere olunmaz ki!.."
 |
Füsun
Önal ve arkadaşımız Filiz Tümer. |
Geçen
sayıdan devam.
F.T.: Karşımda
oturan Füsun Önal çocukluğumda TV'lerde izlediğim, şarkılarını söylediğim
Füsun Önal'dan bir farkı yok; hatta daha canlı, yaşam sevinci dolu
biri. Senelerden etkilenmemek hayata dair istediklerinizi elde etme,
yoğun projelerle uğraşmanızla ilişkisi olabilir mi? Hiç estetik
oldunuz mu?
F.Ö.: Hiç bir estetiğim yok. Başkalaşmaktan korkuyorum. Yaşam sevincim
olduğu çok doğru. Canlılığımı galiba sevgi arsızı olmama borçluyum.
Ben her şeyi seven bir insanım. Yolda düşen bir çiçeği bile alıp
çantama atar, evde küçük bir çay fincanı içinde büyütürüm. Sokak
hayvanları da beni çok sever. Müthiş bir ileti kurarım. Bana kötülük
edeni bile o andaki ruh halini sorgulayarak affetme yolunu bulmaya
çalışırım.
 |
Füsun
Önal'ın ilk Altın Plak Ödülü Senden Başka ile. |
F.T.: Ne
kadar sevgi dolusunuz. Böyle güzel bir yürek olunca çok güzel, sağlam
arkadaşlık ve dostluklarınız olmalı.
F.Ö.: Ama çok kolumu açarak, "ey hayat ben sana geliyorum,
yaşasın, tut beni" şeklinde koştum hayata karşı. Öyle olunca
hayat sağ gösterip sol çakıyor. Hatta "Hayat Utanmaz Hayat"
isimli bir kitabım var. Hayata karşı gardını almadan koşan karı
kocaların hikâyesi idi. Aşırı ekonomik özgürlüğe sahip olarak koşarsan
bir anda tepe takla olabiliyorsun.
F.T.: Eskiye
oranla artık menfaat aşklarının, ilişkilerinin yaşandığı şu dönemde
sanatçı olmak size zor gelmiyor mu?
F.Ö.: Seyirci portföyü bile değişti. Sahneden seyirciye doğru baktığım
zaman çok şık giyinmiş beyler, saçları yapılmış hanımlar göze çarpıyordu
ve eskiden seyirci beğenmediğini alkışıyla koyardı ortaya. Akışına
göre şarkıyı veya gösteriyi ayarlardık. Mesela beğenmediğini daha
az alkışlardı, sen hemen kendi kendine derdin ki, o zaman ha, ben
bu şarkıyı çıkarmalıyım ya da yerini değiştirmeliyim, diye düşünürdün.
Seyirci bunu sana yaptırırdı.
F.T.:
Ciddiyeti ve takdiri bambaşkaydı yani...
F.Ö.: Evet, aynen öyle. Şimdi Tarkan'ın, Sertap Erener'in, Kenan
Doğulu'nun konserinde kendilerini öyle yırtıyorlar ki, bu arkadaşlarım
da bunu hakkediyor ve böyle olması lazım. Bu arkadaşlarımın konserine
gittiğimde ben de aynı şekilde kendimi yırtarak ayağa fırlayıp bağırıyorum.
Ama hiç değmeyecek, ancak magazinsel dedikodularla adı geçen biri
de oldu mu; ya bir Beach partide bir konser verdiğinde, orada da
aynı şekilde bağırıp alkışlıyorlar. O zaman o alkışın değeri kalmıyor.
Hem eski dönemi hem bu dönemi yaşayan birisi olarak çıldırmalarda
oluyorsun.
F.T.: Türkiye'de
çok bariz şekilde özenti var. Anlamlar tamamen silinmiş bazı konularda.
Hele yurtdışında yaşayan insanlar; mesela ben havaalanında bile
görüyorum, insanlarda bir aptallaşma, pusma, protesto kabiliyetlerini
yitirmiş, özgüvenleri kaybolmuş, tamamen yalan, özenti ve üç kâğıt
var. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?
F.Ö.: Bunlara biz Türkiye'de çakma diyoruz biliyor musun? Mesela
çakma Madonna, çakma yazar, çakma marka, çakma Gucci, Dolce Gabbana
marka… Aklına gelen her şey Çeşme Alaçatı'da ne istersen mevcut.
Herhalde Avrupa Birliği'ne daha girmediğimiz için bu kadar rahat
yapıyorlar. Marka'yı giyersek, 'jeep'e binersek, yüksek markalı
arabaya binersek kendimizin de yüceldiğini düşünüyoruz; öyle bir
hale geldik. Mesela ben sanatçıyım, benim arabalarımı şoför kullanıyordu.
Ben araba kullanmayı hiç bilmiyorum. Şu anda, dolayısıyla metroda
kaç kadın kız ile selamlaşarak ve bundan büyük zevk duyarak seninle
buluşmaya geldim. Böyle yaparak daha çabuk geliyorum ama, benden
hiç bir şey eksilmiyor. İnsanlar oturduğu semt ile bindiği araba
ile insan olsalardı toplumda bir sürü şeyi aşmış olurduk. Ama marka
arabalar, marka kıyafetler insanların insan olmasına yeterli değil.
F.T.: Aşk'a
inanıyor musunuz?
F.Ö.: Aşka inanıyorum ama bir kere olmaz ki! O yüzden o kitabı yazdım.
Aşk nerden, ne zaman içine süzüleceğini o karar veriyor. Bilemiyorsun.
İstersen bütün kapılarını kapat. Ve seni uçurtuyor, dağlardan aşırtıyor,
nehirler gibi çağlıyorsun. Ağlatıyor, sızlatıyor, yere vuruyor,
mutlu ediyor sonra geldiği gibi "islik" süratle çekip
gidiyor. Aşk bu. Bunun dozları var. Ama az, ama çok. Yaşamamış insanlar
varsa da çok üzülüyorum onlar için.
 |
Füsun
Önal Girne Konserinde |
F.T.: En
büyük aşkınız kimdi?
F.Ö.: Bir değil ki. Ama ilk beraber olduğum erkek, ilk kocam özeldir.
Atilla Özdemiroğlu. Sonu hüsranla bitti. Beni aldattı çünkü. Sonraki
kocamı da çok sevdim. Tunç Başaran. Ünlü film yönetmeni ve yazarı.
Üniversitelerde profesöre aşık olan öğrenci gibi farklı boyutta
aşık oldum.
F.T.: Aldatılma
kadınları çok etkiliyor. Ne düşünüyorsunuz?
F.Ö.: Aldatılma erkek için de aynı. Ben de çapkın oldum sonuçta.
F.T.: Yani
devamlı yeni evli iken bile karısını çok rahatça aldatabilen, her
kızdığında dayak atan bir erkeğin ıslah olma şansı var mı sizce?
F.Ö.: Bir halt olmaz ondan. O erkeğin hiç bir zaman düzelme şansı
olmaz. Çocukluğunda şiddet görmüş ve o şiddet ve kompleks ileriki
yaşlarında... yani bu Ast-üst meselesi. Subay ere vurur, er de ağaca
vurur. Ya da anne veya babası aynı kafa yapısında olan psikopat
ve eğitimsiz kişidir; ve ciddi bir tedaviye ihtiyacı var o kişinin
düzgün bir ilişki kurmadan önce.
F.T.: Eğitim
çok önemli. Aile seviyesi de önemli. Kaç kere evlendiniz?
F.Ö.: İki kere.
Filiz
Tümer
SÜRECEK
Tüm
canlılığıyla Füsun Önal - 1
Şubat 2010
|