|
Kanadalı Emekliler
1988…
Soğuk bir kış günü. Kar yok, ama ayaz üşütüyor...
Fakültede derslerim sona ermişti.
Yürüyerek Ofis semtine gidip, gazetelerimi, dergilerimi alıp,
Üniversite konutuna bizi götürecek otobüse oradan binecektim.
Dalgın dalgın yürürken, yanımda bir Şahin otomobil durdu.
İçinde iki ak saçlı, sağlıklı yaşlı vardı ve ilk bakışta yabancı
oldukları belliydi.
Direksiyondaki yaşlı adam, İngilizce "Affedersiniz, Turist
otelin nerede olduğunu söyleyebilir misiniz" dedi gülümseyerek.
Otelin yerini biliyordum. Dağkapı'da idi. Anlattım.
Fakat, bulamayabilirler belki, diye düşündüm.
Hemen çantamdan kâğıt kalem çıkardım.
Bulunduğumuz Şehitlik mevkiini, gidecekleri yeri, caddeleri çizdim.
Sürücünün yanındaki yaşlı, aydınlık yüzlü kadın, gülümseyerek beni
izliyordu.
Birden, aklıma
bir fikir geldi.
Huyum kurumasın, vardır benim böyle acaip bir huyum.
Ben, bunları eve davet etsem, akşam, gelirler miydi acaba?
Kendimi tanıttım. Üniversite lojmanlarını anlattım.
Onlar da bana, kısaca, Kanadalı olduklarını söylediler.
Adam bir kartını verdi bana.
Okudum: Gerard Blais ve Marie Blais. İkisi de emekli.
Kartımı sundum.
Eve vardım.
Davet ettiğim Kanadalıları anlattım eşime.
Hatice Hanım'a, onları eve çağırdığımı, gelebileceklerini sanmadığımı,
Fakat, her olasılığa göre, hazırlık yapmasını söyledim.
Bir saat içinde poğaçalar, çörekler, kek hazırdı.
Fakat, gelmezler
diye düşünüyordum.
Gayrı, işleri güçleri yok da verdiğim adresi mi bulacaklar?
Olanaklı değil.
Televizyonu açtım.
Ortalık kararmıştı.
Bir telefon: "Hocam, iki yabancı geldi.
Pek anlaşamadık biz, ama ellerinde sizin kartınız var."
Hemen nizamiye kapısına gittim.
Daha uzaktan gördüm ak otomobili.
Anladım; konuklarımız gelmiş…
Alıp getirdim evimize. Öğrenmişler hemen, kapıda pabuçlarını çıkardılar.
Gayet saygılı.
Küçük bir paket de var ellerinde.
Gülümseyerek eşime armağan ettiler: Tulumba tatlısı almışlar bir
pastaneden.
Tanıştık yeniden.
Erkek orman işçisi imiş, emekli.
Hanımı bir hastanede çalışmış, emekli…
Vancouver kentinde yaşıyorlarmış. Oğullarım bir atlas getirdiler.
Baktık, bulduk o kenti.
ABD sınırında, Kanada'nın Güneybatısında bir büyük kent.
Aslen Fransız bir aileden geliyorlarmış.
Quebec'te yaşadıktan sonra, bir de ülkenin en batısına gidip
Britanya Kolombiyası Eyaleti'ni tanımak istemişler ve orada kalmışlar.
Çay hazır, hamur
işi tatlılar, çörek hazır.
Keyifli bir yarenlik başladı.
Oğullarım o sırada Anadolu Lisesi'nde öğrenci.
Böylece onlar da katıldılar söyleşiye ve İngilizce pratik yapma
olanağı buldular.
Sordular yanıtladık.
Sorduk, yanıtladılar.
İstanbul'a uçak yolculuğu yaparak gelmişler.
Şahin arabayı oradan kiralamışlar.
Ege kıyılarından Akdeniz'e ve İskenderun'dan sonra daha doğuya doğru
sürüp Diyarbakır'a gelmişler.
Cesaretlerine bakın!
Buradan da Hasankeyf üzerinden Bitlis ve Van'a geçeceklermiş.
Firmanın Van temsilcisine otomobili teslim edip uçakla İstanbul'a
döneceklermiş.
On gün sonra da ülkelerine varacaklarmış…
Zaman zaman
ziyareti bitirmek istiyorlardı.
"Vaktimiz var, sizi tanımaktan mutluyuz," dedikçe kalış
süresini uzatıyorlardı.
Eşim sürekli yiyecek bir şeyler getiriyordu.
Kuru yemiş, çerez, meyve…
Her getirilene ilgiyle bakıyorlar, "Ooooo !" diyorlar,
teşekkür ediyorlardı.
Evimizin resimlerini çektiler.
Çocuklarımızın çalışma odasını, kitaplığımızı fotografladılar.
Türkiye'nin Güneydoğusunda zengin bir kitaplığı olan,
İngilizce bilen çocukları olan,
Kanada hakkında güzel bilgileri bulunan, üniversitede
Bir asistant professor'ın varlığının sürpriz olduğunu, duygulandıklarını,
sevindiklerini anlattılar.
Vakit geceyarısını geçmişti.
Çocuklarımız uyumuştu, ama biz onları otomobillerine kadar çıkıp
uğurladık.
Kırk yıllık dost gibi içten, vedalaştık.
…………….
Blais ailesinden
bir ay sonra bir paket geldi.
Gösterdiğimiz konukseverliğe teşekkür ediyorlardı mektupta.
Kutudan Kanada haritaları, güzel kitaplar, broşürler çıktı. Lüks
baskılı…
Belleğimizde güzel söyleşinin anıları yanında,
kitaplığımızda bu gönderiler kaldı…
……………….
Blais ailesi
gittikten sonra düşündük.
Orman işçiliğinden, hemşirelikten ayrılmış, emekliliğini yaşayan
iki insan.
Dünyayı gezmeğe çıkmışlar. Cesaretlerine hayran kalmamak elde değil…
Ülkemizdeki emeklilerin durumuyla onlarınkini karşılaştırmağa çalıştık.
Binlerce kilometre uzaktan gelmiş onlar.
Bizde bir emekli 20, 30 km uzağa bir yolculuk yapsa ne olur?
Bilanço açık verir.
Sağlık sorunları çıktığında, reçetedeki tüm ilaçları alabilir mi?
Katkı payı ne tutar?
Evde kimdir emekli "Ayak altında dolaşma, çek git bir yerlere"
denilendir.
Kahvehanede vakit geçirme alışkanlığı da yoksa, ağulana ağulana
orada nasıl vakit geçirecek?
Torunlarını mutlu etmek istese, armağan alma gücüne sahip midir?
Yılda bir hafta, on gün için bir kaplıcaya, bir yaylaya, bir deniz
kıyısına gidebilir mi?
Okuma alışkanlığı var, diyelim. Gözler artık görme yeteneğini tümüyle
değilse de, bir bölümünü yitirmişse de istediği kitabı, gazeteyi
alıp okuyabilir mi?
Bir konuda görüş
ileri sürse, dikkate alınır mı? Öğüdü, nasihati uygulanır mı?
Bir Fransız atasözü der ki: "Ah, eğer gençler bilebilseydi,
yaşlılar yapabilseydi."
Ülkemizde yaşlılık,
emeklilik zor…
Zor zenaat…
Mart 2013
Yazarın önceki
yazıları:
Derin Kuyu
|