|
Dil Savrukluğunun Nedenleri
Bir dilin kirlenmemesi,
yozlaşmaması için, onu sevmek, öğreniminden geçmek, bilincini kuşanmak,
dilin kurallarını, kullanımını iyi bilmek, o dille yaratılmış yetkin
ürünlerle sürekli beslenmek gerekir ilkin. Dil, sokağa bırakılamaz,
orada kendine özgü sıcaklılıkları taşır, halk düşünüşünden küçük
yaratılar edinir belki. Ama günlük, ilkel gereksinimleri karşılamadan
ötedeki sınırlara uzanamaz, kültür dili olamaz, bilim, felsefenin
kavramlarını karşılayamaz. Bir dil işlenerek geliştirilmiyorsa,
edebiyatı yoksa, aşiret dili düzeyine gerileyebilir.
Devletin
bir dil politikasını omaladırın ilkin:
Osmanlı İmparatorluğu,
yalnız siyasal/ekonomik nedenlerden yıkılmadı. Diliyle çağının bilimini,
felsefesini yakalayamamıştı. Düşünüş üretmiyordu. Düşünüş üretemediği
için duruktu. Çağına uyarlanamıyordu. Yabancı saldırısı olmasaydı
da, ergeç yıkılmaya mahkumdu. Ta temelinden beri, onun yıkılışını
hazırlayan; kendi ulusunun dilini, dolayısıyla düşünüş biçimini
kullanmayıp yabancı düşüncelerin öksesine düşmektir.
Osmanlı, Türkçeyi,
devletin dışına itelemişti: Devlet dili, herkesi, aynı kavramları
kullanmaya zorlar. Devlet dili, akıllı bir politika güdüyorsa, kültür
dili düzeyine ulaşır. Onunla ulusun duyuşunu, düşünüşü işleyen yazın
yaratılabilir. Yazın yaygınlaştıkça, halk katına indikçe, o ulusun
dili, toplumun her kesiminde, yazın/kültür kavramlarını, genelin
kullanımına sunar, böylesi bir dili kavrayanlarla oluşur düşünüşte/anlayışta
birlik. Onun üstünden yaratılır ulus, ulusal düşünüş.
Devlet, yalnız
siyasal erk değildir. Genel yaşamı biçimler. Bunun için ekonomik
gelişme, adaletli bölüşüm yanında, duyuş/düşünüşteki ortaklığı yaratmak,
çağın kavramlarına, bilimine, anlayışına ulaşmak için örgün eğitim/öğretim
kurumlarını işletir, halkının bütününü, örgün eğitimden geçirirken,
onun dil/düşünüş düzeyini geliştirir, çağını kavrayabilir yurttaşlar
yaratır.
Sağlıklı Türkçe
için ana/temel kaynaklar oluşturabildik mi? Daha önceleri, öz dilimize
dönme özlemleri varsa da, anadili bilincinin devreye girmesi, Kurtuluş
Savaşının, ulusal bağımsızlığımızın sonucudur. Dil devrimi, öteki
devrimlerin ön bağdaşığıdır. Eskinin ökselerinden kurtulamayanlar,
öteki devrimlere açıktan saldıramadıkları için, en çok dildeki arılaştırma,
durulaştırmayı siyasal yorum konusu yaptılar, ona karşı direnişi
sürdüregeldiler. Öz Türkçeden yana olanlar, özellikle Atatürk'ün
kurduğu TDK, Türkçenin kaynağını, gömüsünü gün yüzüne çıkarmaya,
Türkçeyi Doğunun baskısından kurtarmaya, Batı etkisinden korumaya,
anadilinin kurallarını yerleştirmeye çalışırken, Türkçenin söyleniş,
köken, kullanım, yapım/üretim sözlükleri hazırlayarak ana/temel
kaynakları kamuya indirmeye olanak bulamadı. Çünkü dilsel evrimin
hep önü kesildi, çoğu zaman, bu tıkama devlet desteğini de arkasına
alabildi. Dil konusu, siyasal bir sürtüşme gibi, gündemde tutuldu.
Dil, TDK'nin bulabildikleri, önerdiklerine göre işlendi, ama daha
ilerisinin gösterecek olan temel kaynaklar yaratılamadığı için,
Cumhuriyetin açılımdan öte gidemedi. Özünün gerektirdiği boyutlara
ulaşma olanağından yoksun bırakıldı.
Devlet
Katındaki Tutum:
Atatürk döneminin
dil politikasıyla, TDK'nin üretimleri, yazın adamlarımızın çabasıyla,
Osmanlının duruk dilinden sıyrılmış, bizi söyleyen dili / yazını
kullanıyorduk. Bilim kavramlarını karşılamada hayli yol almıştık.
Yazın ürünlerimiz dış dünyaya ulaşabiliyor, dış dünyada bilim adamlarımızın
adı geçer olmuştu. Cumhuriyetin temel felsefesini kavrayamamış siyasal
iktidarlar, çağdışı anlayışlara ödün vererek oy toplama hastalığına
kapıldı. Dil, siyasal kimlik ölçütü sayıldı. Arılaşan, durulaşan
Türkçeye soğuk bakıldı. Dilin işlenme / kavratılma yeri öğretim
kurumları, öğretim izlenceleri, politik eğilimlerin yedeğine alındı.
Çağdaş yazın dışlandı.
Atatürk'ün
kurduğu TDK, 12 Eylül Karabasanınca devlet dairesine dönüştürüldü.
Dilimizi ulaştığı aşamadan geriye sürüklemek, devlet politikası
oldu.
Anadili
Öğretimi Sağlık mı?
Atatürk
devrimlerinden geriye dönüşle birlikte anadili öğretiminde de savsaklama
başladı. Örnekse Türkçe derslerinden bütünlemeye kalmak yoktu, bundan
borçlu olarak bir üst sınıfa atlanamazdı. Kimi zaman dilbilgisi
dersi okutulmadı.. Okutulduğundaysa, kuralların ezberletilmesi,
sözcük türlerinin tanımlanması olarak uygulandı. Metinlere dayandırılarak
kullanımı içinde anlamanın, anlatmanın yollarını gösteren bir kılavuz,
düşünüş eğitimine hazırlayan bir etkinlik biçiminde uygulanmadı.
Beynin / düşüncenin ifadesi, duygu / izlenim, görüşlerin dile dökülmesi
olan kompozisyon, önemini yitirdi. Yasak savmaya yarayan ödev konumuna
itildi. Üniversite giriş sınavlarında kompozisyon ölçüt alınıyor
mu örnekse? "Ya bunda, ya şunda, helvacı kızının başında"
örneği testlerle üniversiteye giriliyor, kamu yaşamını düzenleyecek
kişi diploması alınıyor. Ders kitaplarına giren yetkin anlatılar
ayıklandı. Dilde, düşüncede geri metinler yeğlendi. Anadilini yaşamsal
boyutuyla destekleyebilecek serbest okuma kitapları (roman, öykü,
deneme, şiir vb.) okullara giremez oldu, yazınımızın çağdaş anlayışlı
yapıtlarını okuyan öğrenciler cezalandırıldı. Böylesi kitaplar suç
nesnesi sayıldı.
Hiçbir öğretim
kademesinde, anadilinin bir düşünüş eğitimi olduğu, dil mantığından
genel mantığa ulaşılacağı, anlayış ve kavrayışın anadiliyle kazandırılacağı,
bütün bilimleri kavrayış ve özümsemede, anadilinin, onun işleyiş
ve düşünüş dizgesinin temel olduğu anlaşılmamış, buna göre eğitim
öğretim uygulanmamıştır.
Melih Cevdet'in
anlattığına göre, Fransa'da üniversite üstü öğrenim görenlerden,
ikinci bir dil seçmeleri istendiğinde, bizimkiler, kolaylık olsun
diye Türkçeyi yeğlemişler. Ama Jean Deny'in sınavına girince
yedi kişiden altısı başarısız olmuş. Türkiye'de üniversite bitireceksiniz,
sınavla yabancı bir ülkeye gideceksiniz, orada anadilinizden başarısız
olacaksınız. Anadili öğretimimizin çarpıklığını gösteren çarpıcı
bir örnek değil mi bu?
Anadili
öğretmeni açığımız var mıydı?
Ortaöğretim
izlencelerindeki "Her öğretmen anadili öğretmenidir"
ilkesi, tamı tamına yaşama geçirilememiştir. Öğretmenin,
anadilini çok iyi bilmeden, bilgi ve becerileri, öğrencisine aktaramayacağı
gerçeği de kavranmamıştır. Cumhuriyet, öğretmenliği meslek olarak
kabul etmişti. Öğretmen olacak kişinin seçimi, ortaokuldan başlardı.
Öğretmen yetiştirecek ayrı öğretim kurumları vardı. Şimdi öğretmenlik
yapmak için, her türlü diploma yetiyor. Birinin ineğine yanlış iğne
yaparak ölümüne neden olan veteriner cezalandırılır da, gerekli
donanımları almamış kişiler, öğrencilerin beynini çarptırır, ona
bakan yok. Üniversitelerimizdeki öğrencilerin Robinson Cruseo'yu
devlet başkanı sandıkları saptanmıştır günümüzde. Üniversitenin
hangi dalından çıkışlı olursanız olun, bütün öğretim kurumlarında
öğretmenlik yapabiliyorsunuz. Güzel mi?…
Bakanlık müfettişliğimde,
her bölgedeki ortaöğretim kurumlardan pek çoğunu gördüm. Anadili
derslerini herkes okutabiliyordu. Batıda 20 öğrenciye bir anadili
öğretmeni düşerken, koca kentlerde anadili öğretmenleri, kendi dallarının
dışında çalıştırılırken, Doğuda bir ilde yalnız üç anadili öğretmeni
vardı.
Anadili öğretimi
ve bilincinin, ulusal varlığımızın tutkalı olduğu kavranmış değil.
Eskiden kopamayanların ket vurması:
Eski alışkanlıklarını
bırakamayanlar, Osmanlı özleminden kurtulamayanlar, Arap'tan Fars'tan
gelmiş sözcük ve kuralların ayıklanmasını, kökten kopma saymış,
hep arı dilin karşısında olmuşlardır. Mebde, kaynak vb. sözcükleri
yan yana kullanmayı, kültür varsıllığı sanıyorlar. Zaman zaman resmi
kurumları egemenliklerine alıp öğretim izlencelerini, kendi anlayışlarına
göre düzenlemeyi becermişler, çağdaş dili yazını okul kitaplarının
dışına sürmüşlerdir. Dille düşüncenin iç içeliğini, çağını doldurmuş
imparatorluk dilinin, çağdaş bir topluma yetmeyeceğini, duruk dille
durağan kafalar yaratılacağını kavrayamadılar hâlâ. Şimdilerdeyse,
Türk dünyasının bütünleşmesi için, Türki devletlerle Osmanlıca buluşacağımız
hevesine kapıldılar.
Daha kötüsü,
kendisini çağdaş, ilerici sayan kimi yazarlarımız, onların yeğlediği
ölü sözcüklerle anlatımlarına imge kattıklarını, anlatılarına boyut
kazandırdıklarını sanıyor.
Batı hayranlığının
etkisi:
Batının demokrasi,
laiklik, özgürlük kavramlarını yüreklilikle savunamayan, fakat Batıdan
apardığı birkaç sözcükle Batılı olabileceğini sananlar, "mega"
benzeri sözcüklere takılmış gidiyorlar. Türkçenin kurallarını bozmak,
yabancı ağzına özenmek, onlar için uygarlığın göstergesi. Dil, yalnız
tecimin aracı sanılıyor. Batı hayranlığının çarpık örneklerini sayıp
dökmeye gerek yok. Televizyonlarınızı açın, gazetelerinize bakın,
çarşıda gezin işyeri adlarını okumaya çalışın. Dilden, dolayısıyla
ulusal düşünüş ve kimlikten ne kadar ödün verdiğimizi / yozuttuğumuzu
görürsünüz.
Basının
tutumu:
Ortalama dil
kullanması gereken basın, Türkçe'yi aştı (!), yabancı sözcüklerle
veriyor iletisini: Top secret, tv.guide, puzl'larını
okutuyor bize. Türkçe garabeti de elden bırakmıyor: "…..nın
ölüm yıldönümü şenliklerini kutladık." Parası bizden,
dili elden, ne güzel (!) gazetelerimiz var bizim; cinayet haberleriyle
kanlanmış, pornoyla boyanmış.
O gazetelerde,
Türkçeyi savunuyor görüntüsünde, Osmanlıcayı diriltmeye çalışan
dil yetkeleri (!) var, bir de.
Televizyonlar,
radyolar:
Önceleri, dil
yanlışlarını yakalamak için TRT'yi izlerdim. Özel televizyonlar,
radyolar, TRT'yi aratır oldu. Hele o çiğ sesli, yayvan ağızlı sunucular,
dil kıyımcısı sanki. Beynim törpüleniyor. Reklam Türkçesi evlere
şenlik. RTÜK, kiminde kapatma cezaları veriyor da, dil konusunda
sesi çıkmıyor. Aynı dilde, aynı düşünüşte mi yoksa? Bir kamu kuruluşu
olduğuna göre, kamunun dilinin, düşüncesinin parçalanmasına neden
ses çıkarmaz, anlayamıyorum.
Kimi yazarların
densizliği:
Dile özeni umursamadıkları
gibi, yazım kurallarını kullanmaya üşeniyorlar. Arıtmadan, ayıklamadan
yazıyorlar. Adam MEB'de Türkçe müfettişliği yapıyor, bir yandan
da eleştirmenliğe soyunmuş. Büyük harfi, noktalamayı, bölümce başını
ayrıntı sayıyor. İlginç olacak güya. Dilin mantığını bozmak, onlara
göre hiç önemli değil. Değişik bir mantık, söylem yaratabilseler
bari… Ölü sözcüklere sarılanları geçelim de yüzeysel öz Türkçe özentilileri
var bir de: söylem, artı, olanak, olasılık vb. sözcükleri, yerli
yersiz kullanıyorlar. Dilin oluşumunda, yaygınlaşıp yerleşmesinde,
gelişmesinde yazarın işlevi olduğunu kavrayamamışlar, halka yanlış
örneklik etmekten çekinmiyorlar.
Dil emekçilerine önem veriliyor mu?
Bir edebiyatçı
örgütünde Ömer Asım Aksoy'a onur ödülü verilip verilmemesinin,
uzun uzun tartışıldığını acı acı anımsarım. Bir ozanın adına dil
ödülü kondu da, yarışmaya katılan çıkmadı. Başkaları, bırakın dilin
gelişmesine emek verenleri, dilini iyi kullanan sunuculara diplomatik
pasaport veriyor, onların dünyayı dolaşmasına olanak yaratıyor.
Eylül 2008
Yazarın Önceki
Yazıları:
Dilimizde Edim ve Edicinin Özellikleri
|