Osman BOLULU
Ana Sütüm Benim: Türkçe


Dil Savrukluğunun Nedenleri

Bir dilin kirlenmemesi, yozlaşmaması için, onu sevmek, öğreniminden geçmek, bilincini kuşanmak, dilin kurallarını, kullanımını iyi bilmek, o dille yaratılmış yetkin ürünlerle sürekli beslenmek gerekir ilkin. Dil, sokağa bırakılamaz, orada kendine özgü sıcaklılıkları taşır, halk düşünüşünden küçük yaratılar edinir belki. Ama günlük, ilkel gereksinimleri karşılamadan ötedeki sınırlara uzanamaz, kültür dili olamaz, bilim, felsefenin kavramlarını karşılayamaz. Bir dil işlenerek geliştirilmiyorsa, edebiyatı yoksa, aşiret dili düzeyine gerileyebilir.

Devletin bir dil politikasını omaladırın ilkin:

Osmanlı İmparatorluğu, yalnız siyasal/ekonomik nedenlerden yıkılmadı. Diliyle çağının bilimini, felsefesini yakalayamamıştı. Düşünüş üretmiyordu. Düşünüş üretemediği için duruktu. Çağına uyarlanamıyordu. Yabancı saldırısı olmasaydı da, ergeç yıkılmaya mahkumdu. Ta temelinden beri, onun yıkılışını hazırlayan; kendi ulusunun dilini, dolayısıyla düşünüş biçimini kullanmayıp yabancı düşüncelerin öksesine düşmektir.

Osmanlı, Türkçeyi, devletin dışına itelemişti: Devlet dili, herkesi, aynı kavramları kullanmaya zorlar. Devlet dili, akıllı bir politika güdüyorsa, kültür dili düzeyine ulaşır. Onunla ulusun duyuşunu, düşünüşü işleyen yazın yaratılabilir. Yazın yaygınlaştıkça, halk katına indikçe, o ulusun dili, toplumun her kesiminde, yazın/kültür kavramlarını, genelin kullanımına sunar, böylesi bir dili kavrayanlarla oluşur düşünüşte/anlayışta birlik. Onun üstünden yaratılır ulus, ulusal düşünüş.

Devlet, yalnız siyasal erk değildir. Genel yaşamı biçimler. Bunun için ekonomik gelişme, adaletli bölüşüm yanında, duyuş/düşünüşteki ortaklığı yaratmak, çağın kavramlarına, bilimine, anlayışına ulaşmak için örgün eğitim/öğretim kurumlarını işletir, halkının bütününü, örgün eğitimden geçirirken, onun dil/düşünüş düzeyini geliştirir, çağını kavrayabilir yurttaşlar yaratır.

Sağlıklı Türkçe için ana/temel kaynaklar oluşturabildik mi? Daha önceleri, öz dilimize dönme özlemleri varsa da, anadili bilincinin devreye girmesi, Kurtuluş Savaşının, ulusal bağımsızlığımızın sonucudur. Dil devrimi, öteki devrimlerin ön bağdaşığıdır. Eskinin ökselerinden kurtulamayanlar, öteki devrimlere açıktan saldıramadıkları için, en çok dildeki arılaştırma, durulaştırmayı siyasal yorum konusu yaptılar, ona karşı direnişi sürdüregeldiler. Öz Türkçeden yana olanlar, özellikle Atatürk'ün kurduğu TDK, Türkçenin kaynağını, gömüsünü gün yüzüne çıkarmaya, Türkçeyi Doğunun baskısından kurtarmaya, Batı etkisinden korumaya, anadilinin kurallarını yerleştirmeye çalışırken, Türkçenin söyleniş, köken, kullanım, yapım/üretim sözlükleri hazırlayarak ana/temel kaynakları kamuya indirmeye olanak bulamadı. Çünkü dilsel evrimin hep önü kesildi, çoğu zaman, bu tıkama devlet desteğini de arkasına alabildi. Dil konusu, siyasal bir sürtüşme gibi, gündemde tutuldu. Dil, TDK'nin bulabildikleri, önerdiklerine göre işlendi, ama daha ilerisinin gösterecek olan temel kaynaklar yaratılamadığı için, Cumhuriyetin açılımdan öte gidemedi. Özünün gerektirdiği boyutlara ulaşma olanağından yoksun bırakıldı.

Devlet Katındaki Tutum:

Atatürk döneminin dil politikasıyla, TDK'nin üretimleri, yazın adamlarımızın çabasıyla, Osmanlının duruk dilinden sıyrılmış, bizi söyleyen dili / yazını kullanıyorduk. Bilim kavramlarını karşılamada hayli yol almıştık. Yazın ürünlerimiz dış dünyaya ulaşabiliyor, dış dünyada bilim adamlarımızın adı geçer olmuştu. Cumhuriyetin temel felsefesini kavrayamamış siyasal iktidarlar, çağdışı anlayışlara ödün vererek oy toplama hastalığına kapıldı. Dil, siyasal kimlik ölçütü sayıldı. Arılaşan, durulaşan Türkçeye soğuk bakıldı. Dilin işlenme / kavratılma yeri öğretim kurumları, öğretim izlenceleri, politik eğilimlerin yedeğine alındı. Çağdaş yazın dışlandı.

Atatürk'ün kurduğu TDK, 12 Eylül Karabasanınca devlet dairesine dönüştürüldü. Dilimizi ulaştığı aşamadan geriye sürüklemek, devlet politikası oldu.

Anadili Öğretimi Sağlık mı?

Atatürk devrimlerinden geriye dönüşle birlikte anadili öğretiminde de savsaklama başladı. Örnekse Türkçe derslerinden bütünlemeye kalmak yoktu, bundan borçlu olarak bir üst sınıfa atlanamazdı. Kimi zaman dilbilgisi dersi okutulmadı.. Okutulduğundaysa, kuralların ezberletilmesi, sözcük türlerinin tanımlanması olarak uygulandı. Metinlere dayandırılarak kullanımı içinde anlamanın, anlatmanın yollarını gösteren bir kılavuz, düşünüş eğitimine hazırlayan bir etkinlik biçiminde uygulanmadı. Beynin / düşüncenin ifadesi, duygu / izlenim, görüşlerin dile dökülmesi olan kompozisyon, önemini yitirdi. Yasak savmaya yarayan ödev konumuna itildi. Üniversite giriş sınavlarında kompozisyon ölçüt alınıyor mu örnekse? "Ya bunda, ya şunda, helvacı kızının başında" örneği testlerle üniversiteye giriliyor, kamu yaşamını düzenleyecek kişi diploması alınıyor. Ders kitaplarına giren yetkin anlatılar ayıklandı. Dilde, düşüncede geri metinler yeğlendi. Anadilini yaşamsal boyutuyla destekleyebilecek serbest okuma kitapları (roman, öykü, deneme, şiir vb.) okullara giremez oldu, yazınımızın çağdaş anlayışlı yapıtlarını okuyan öğrenciler cezalandırıldı. Böylesi kitaplar suç nesnesi sayıldı.

Hiçbir öğretim kademesinde, anadilinin bir düşünüş eğitimi olduğu, dil mantığından genel mantığa ulaşılacağı, anlayış ve kavrayışın anadiliyle kazandırılacağı, bütün bilimleri kavrayış ve özümsemede, anadilinin, onun işleyiş ve düşünüş dizgesinin temel olduğu anlaşılmamış, buna göre eğitim öğretim uygulanmamıştır.

Melih Cevdet'in anlattığına göre, Fransa'da üniversite üstü öğrenim görenlerden, ikinci bir dil seçmeleri istendiğinde, bizimkiler, kolaylık olsun diye Türkçeyi yeğlemişler. Ama Jean Deny'in sınavına girince yedi kişiden altısı başarısız olmuş. Türkiye'de üniversite bitireceksiniz, sınavla yabancı bir ülkeye gideceksiniz, orada anadilinizden başarısız olacaksınız. Anadili öğretimimizin çarpıklığını gösteren çarpıcı bir örnek değil mi bu?

Anadili öğretmeni açığımız var mıydı?

Ortaöğretim izlencelerindeki "Her öğretmen anadili öğretmenidir" ilkesi, tamı tamına yaşama geçirilememiştir. Öğretmenin, anadilini çok iyi bilmeden, bilgi ve becerileri, öğrencisine aktaramayacağı gerçeği de kavranmamıştır. Cumhuriyet, öğretmenliği meslek olarak kabul etmişti. Öğretmen olacak kişinin seçimi, ortaokuldan başlardı. Öğretmen yetiştirecek ayrı öğretim kurumları vardı. Şimdi öğretmenlik yapmak için, her türlü diploma yetiyor. Birinin ineğine yanlış iğne yaparak ölümüne neden olan veteriner cezalandırılır da, gerekli donanımları almamış kişiler, öğrencilerin beynini çarptırır, ona bakan yok. Üniversitelerimizdeki öğrencilerin Robinson Cruseo'yu devlet başkanı sandıkları saptanmıştır günümüzde. Üniversitenin hangi dalından çıkışlı olursanız olun, bütün öğretim kurumlarında öğretmenlik yapabiliyorsunuz. Güzel mi?…

Bakanlık müfettişliğimde, her bölgedeki ortaöğretim kurumlardan pek çoğunu gördüm. Anadili derslerini herkes okutabiliyordu. Batıda 20 öğrenciye bir anadili öğretmeni düşerken, koca kentlerde anadili öğretmenleri, kendi dallarının dışında çalıştırılırken, Doğuda bir ilde yalnız üç anadili öğretmeni vardı.

Anadili öğretimi ve bilincinin, ulusal varlığımızın tutkalı olduğu kavranmış değil.

Eskiden kopamayanların ket vurması:

Eski alışkanlıklarını bırakamayanlar, Osmanlı özleminden kurtulamayanlar, Arap'tan Fars'tan gelmiş sözcük ve kuralların ayıklanmasını, kökten kopma saymış, hep arı dilin karşısında olmuşlardır. Mebde, kaynak vb. sözcükleri yan yana kullanmayı, kültür varsıllığı sanıyorlar. Zaman zaman resmi kurumları egemenliklerine alıp öğretim izlencelerini, kendi anlayışlarına göre düzenlemeyi becermişler, çağdaş dili yazını okul kitaplarının dışına sürmüşlerdir. Dille düşüncenin iç içeliğini, çağını doldurmuş imparatorluk dilinin, çağdaş bir topluma yetmeyeceğini, duruk dille durağan kafalar yaratılacağını kavrayamadılar hâlâ. Şimdilerdeyse, Türk dünyasının bütünleşmesi için, Türki devletlerle Osmanlıca buluşacağımız hevesine kapıldılar.

Daha kötüsü, kendisini çağdaş, ilerici sayan kimi yazarlarımız, onların yeğlediği ölü sözcüklerle anlatımlarına imge kattıklarını, anlatılarına boyut kazandırdıklarını sanıyor.

Batı hayranlığının etkisi:

Batının demokrasi, laiklik, özgürlük kavramlarını yüreklilikle savunamayan, fakat Batıdan apardığı birkaç sözcükle Batılı olabileceğini sananlar, "mega" benzeri sözcüklere takılmış gidiyorlar. Türkçenin kurallarını bozmak, yabancı ağzına özenmek, onlar için uygarlığın göstergesi. Dil, yalnız tecimin aracı sanılıyor. Batı hayranlığının çarpık örneklerini sayıp dökmeye gerek yok. Televizyonlarınızı açın, gazetelerinize bakın, çarşıda gezin işyeri adlarını okumaya çalışın. Dilden, dolayısıyla ulusal düşünüş ve kimlikten ne kadar ödün verdiğimizi / yozuttuğumuzu görürsünüz.

Basının tutumu:

Ortalama dil kullanması gereken basın, Türkçe'yi aştı (!), yabancı sözcüklerle veriyor iletisini: Top secret, tv.guide, puzl'larını okutuyor bize. Türkçe garabeti de elden bırakmıyor: "…..nın ölüm yıldönümü şenliklerini kutladık." Parası bizden, dili elden, ne güzel (!) gazetelerimiz var bizim; cinayet haberleriyle kanlanmış, pornoyla boyanmış.

O gazetelerde, Türkçeyi savunuyor görüntüsünde, Osmanlıcayı diriltmeye çalışan dil yetkeleri (!) var, bir de.

Televizyonlar, radyolar:

Önceleri, dil yanlışlarını yakalamak için TRT'yi izlerdim. Özel televizyonlar, radyolar, TRT'yi aratır oldu. Hele o çiğ sesli, yayvan ağızlı sunucular, dil kıyımcısı sanki. Beynim törpüleniyor. Reklam Türkçesi evlere şenlik. RTÜK, kiminde kapatma cezaları veriyor da, dil konusunda sesi çıkmıyor. Aynı dilde, aynı düşünüşte mi yoksa? Bir kamu kuruluşu olduğuna göre, kamunun dilinin, düşüncesinin parçalanmasına neden ses çıkarmaz, anlayamıyorum.

Kimi yazarların densizliği:

Dile özeni umursamadıkları gibi, yazım kurallarını kullanmaya üşeniyorlar. Arıtmadan, ayıklamadan yazıyorlar. Adam MEB'de Türkçe müfettişliği yapıyor, bir yandan da eleştirmenliğe soyunmuş. Büyük harfi, noktalamayı, bölümce başını ayrıntı sayıyor. İlginç olacak güya. Dilin mantığını bozmak, onlara göre hiç önemli değil. Değişik bir mantık, söylem yaratabilseler bari… Ölü sözcüklere sarılanları geçelim de yüzeysel öz Türkçe özentilileri var bir de: söylem, artı, olanak, olasılık vb. sözcükleri, yerli yersiz kullanıyorlar. Dilin oluşumunda, yaygınlaşıp yerleşmesinde, gelişmesinde yazarın işlevi olduğunu kavrayamamışlar, halka yanlış örneklik etmekten çekinmiyorlar.

Dil emekçilerine önem veriliyor mu?

Bir edebiyatçı örgütünde Ömer Asım Aksoy'a onur ödülü verilip verilmemesinin, uzun uzun tartışıldığını acı acı anımsarım. Bir ozanın adına dil ödülü kondu da, yarışmaya katılan çıkmadı. Başkaları, bırakın dilin gelişmesine emek verenleri, dilini iyi kullanan sunuculara diplomatik pasaport veriyor, onların dünyayı dolaşmasına olanak yaratıyor.

Eylül 2008

Yazarın Önceki Yazıları:
Dilimizde Edim ve Edicinin Özellikleri