Yalçın DİKER
Diyaspora-Türk


Başım Ağrıyor!

Ne güzel rahat rahat yaşarken şeytan dürttü, kalktık Kanada'lara göçtük.

Bazen başkaları bana soruyor, bazen de ben kendi kendime soruyorum, neden buralara geldik diye.

Kimilerinin çok makul sebepleri vardır elbette ama, benim kendi adıma bu soruya cevap bulmam zor.

Soranlara "macera için geldik", kendi kendime ise, belki biraz da çocuklar daha iyi yetişsinler, yabancı dil sorunları olmasın, dünyanın her yerine vizesiz gidebilelim diye olabilir diyorum.

Dedim ya, benim bahane bulmam zor.

İş için geldik desek, yemezler. Ülkenin en güvenilir kurumunun en üst karargâhında, en güncel konularla ilgilenen birimin en popüler elemanlarındandım. Karnımız tok, sırtımız pek, geleceğimiz parlaktı. Seviliyorduk.

Para için desek, o da yalan olur. Zengin falan değildik ama, kimseye de muhtaç değildik. Kimselere gece yarıları telefon açıp da borç dilenmiyorduk.

Daha rahat bir yaşam için desek, kargalar güler. O dönemdeki standartlarımızın hâlâ iki gömlek altındayız.

Eh, Allah'tan da korkmak lazım; inançlarımızı uygulayamıyorduk, devletin baskısı altındaydık falan diyecek halimiz de yok.

Hayat, dostlar, ahbaplar gırla gidiyordu.

Göçtük geldik. Her şeyi formatladık, yeni bir sayfa açtık sözde.

Ne oldu?

Bırakın vapurda çay içip simit yemeyi, uğruna ölünesi dostları, televizyonda Galatasaray'ın maçlarını izlemeyi, Kordon'u, Çiçek Pasajını, Sahafları, anamıza babamıza bile hasret kaldık.

Kimilerimiz bir hakkını helal et diyemeden, son bir kez olsun sarılıp koklamadan toprağa verdi sevdiklerini.

Hangi para ile, hangi pasaport ile yerine koyacağız şimdi bunları?

E, o halde ne halt yemeye kalktık da geldik buralara?

Rahmetli anneannem olsa şimdi, dudaklarının iki yanını aşağıya doğru büker, ellerini iki yana açarken, başını sallayarak "Bok yediğinden başın ağrıyor" derdi.

Gerçekten başım ağrıyor.

Bizim buradaki baş ağrımız yetmezmiş gibi, bir de Türkiye'den size baş ağrısı olanlar var.

Bir fikri tartışıyorsunuz ya; söylediklerinizin doğru ya da eğri olmasının önemi yok. Karşı tarafın fikri çoktan hazır:

"Hadi be, zaten adam olsaydın ülkeni terk etmezdin."

Bilmezler ki gurbette yaşamak, hele birinci kuşak için sürgünde yaşamaktır; adeta öldükten sonra, ne öteki dünyaya gidebilen, ne de bu dünyaya dönebilen ruhlar gibidir.

Bilmezler ki, her dışarıda yaşayan, ülkesini sevmediği için terk etmiş değildir. Hatta terk etmiş bile değildir.

Gün gelir şartlar oluşur geriye dönersiniz.

Ama dönünce bu suçlamadan kurtulabileceğiniz de şüphelidir.

Bakın geçenlerde kendi aramızda e-mail ile fikir tartışması yaptığım bir köşe yazarı, gazetesindeki köşesinde benim şahsımda, aslında hepimizi şöyle eleştirmiş:

Bir sözüm de, yıldızlı şapkasını vestiyere astığı gibi, soluğu okyanus ötesi Amerika Kıtası'ndaki bir ülkede almış olan şair bir misyoner bozuntusuna.. Kılavuzu … AKYOL olan bir misyonere..

Sana diyecek tek sözüm:

Bırak çam ağacı süslemelerinin Çinlilerden kalma bir adet olduğu martavalını bir kenara da, aklını başına devşir.. benliğini kaybetme.."

Bilmiyor ki ulusal değerlerinize, ülkenize zarar vermek için dışarı çıkmanız gerekmediği gibi, hizmet etmek için de kendi ülkenizde yaşamanız gerekmez.

Göçtüğünüz ülkede de kendi toplumunuz için gönüllü çalışabilirsiniz. Gün gelir kültürünüzü tanıtmak ve yaşatmak için sergiler açılmasını, konserler verilmesini, korolar kurulmasını sağlarsınız. Gün gelir, o güne kadar kimsenin aklına gelmeyen şehit ataşenizin anılmasına ve elini kolunu sallayarak dolaşan katillerinin belki de artık daha tedirgin uyumalarına önayak olabilirsiniz.
Sabahlara kadar kör kuyuya atılan taşlara benzediğini bile bile, etkili bir Türk Diyasporasını nasıl oluşturabiliriz diye kafa patlatırsınız, yazılar yazarsınız. Ulusal kültürünüzü korumak için web sayfaları, elektronik haberleşme grupları kurar, ülkeniz aleyhine çıkarılmak istenen kararları engellemek için işinizi gücünüzü ihmal edersiniz.

Ama bütün bunlar sizin soluğu okyanus ötesinde almış olmakla suçlanmanızı engellemez.

Daha önce yazmıştım, Diyaspora zor zenaattır.

Baş ağrısı yapar.

Bununla birlikte, bazen uğruna kendinizi parçaladığınız toplumdan, bazen de sizin için çok özel kişilerden öyle şeyler görürsünüz ki, baş ağrısının aslında o kadar da kötü olmadığını anlarsınız.
Zaten öyle olsa, bu kişiler için "pain in the head" diye bir deyim üretirlerdi.


Yazarın önceki yazıları:
Sivrisinek Masalı
Hadi Görünelim!