Başım Ağrıyor!
Ne güzel rahat
rahat yaşarken şeytan dürttü, kalktık Kanada'lara göçtük.
Bazen başkaları
bana soruyor, bazen de ben kendi kendime soruyorum, neden buralara
geldik diye.
Kimilerinin
çok makul sebepleri vardır elbette ama, benim kendi adıma bu soruya
cevap bulmam zor.
Soranlara "macera
için geldik", kendi kendime ise, belki biraz da çocuklar daha
iyi yetişsinler, yabancı dil sorunları olmasın, dünyanın her yerine
vizesiz gidebilelim diye olabilir diyorum.
Dedim ya, benim
bahane bulmam zor.
İş için geldik
desek, yemezler. Ülkenin en güvenilir kurumunun en üst karargâhında,
en güncel konularla ilgilenen birimin en popüler elemanlarındandım.
Karnımız tok, sırtımız pek, geleceğimiz parlaktı. Seviliyorduk.
Para için desek,
o da yalan olur. Zengin falan değildik ama, kimseye de muhtaç değildik.
Kimselere gece yarıları telefon açıp da borç dilenmiyorduk.
Daha rahat bir
yaşam için desek, kargalar güler. O dönemdeki standartlarımızın
hâlâ iki gömlek altındayız.
Eh, Allah'tan
da korkmak lazım; inançlarımızı uygulayamıyorduk, devletin baskısı
altındaydık falan diyecek halimiz de yok.
Hayat, dostlar,
ahbaplar gırla gidiyordu.
Göçtük geldik.
Her şeyi formatladık, yeni bir sayfa açtık sözde.
Ne oldu?
Bırakın vapurda
çay içip simit yemeyi, uğruna ölünesi dostları, televizyonda Galatasaray'ın
maçlarını izlemeyi, Kordon'u, Çiçek Pasajını, Sahafları, anamıza
babamıza bile hasret kaldık.
Kimilerimiz
bir hakkını helal et diyemeden, son bir kez olsun sarılıp koklamadan
toprağa verdi sevdiklerini.
Hangi para ile,
hangi pasaport ile yerine koyacağız şimdi bunları?
E, o halde ne
halt yemeye kalktık da geldik buralara?
Rahmetli anneannem
olsa şimdi, dudaklarının iki yanını aşağıya doğru büker, ellerini
iki yana açarken, başını sallayarak "Bok yediğinden başın ağrıyor"
derdi.
Gerçekten başım
ağrıyor.
…
Bizim buradaki
baş ağrımız yetmezmiş gibi, bir de Türkiye'den size baş ağrısı olanlar
var.
Bir fikri tartışıyorsunuz
ya; söylediklerinizin doğru ya da eğri olmasının önemi yok. Karşı
tarafın fikri çoktan hazır:
"Hadi be,
zaten adam olsaydın ülkeni terk etmezdin."
Bilmezler ki
gurbette yaşamak, hele birinci kuşak için sürgünde yaşamaktır; adeta
öldükten sonra, ne öteki dünyaya gidebilen, ne de bu dünyaya dönebilen
ruhlar gibidir.
Bilmezler ki,
her dışarıda yaşayan, ülkesini sevmediği için terk etmiş değildir.
Hatta terk etmiş bile değildir.
Gün gelir şartlar
oluşur geriye dönersiniz.
Ama dönünce
bu suçlamadan kurtulabileceğiniz de şüphelidir.
Bakın geçenlerde
kendi aramızda e-mail ile fikir tartışması yaptığım bir köşe yazarı,
gazetesindeki köşesinde benim şahsımda, aslında hepimizi şöyle eleştirmiş:
Bir sözüm de,
yıldızlı şapkasını vestiyere astığı gibi, soluğu okyanus ötesi Amerika
Kıtası'ndaki bir ülkede almış olan şair bir misyoner bozuntusuna..
Kılavuzu … AKYOL olan bir misyonere..
Sana diyecek
tek sözüm:
Bırak çam ağacı
süslemelerinin Çinlilerden kalma bir adet olduğu martavalını bir
kenara da, aklını başına devşir.. benliğini kaybetme.."
…
Bilmiyor ki
ulusal değerlerinize, ülkenize zarar vermek için dışarı çıkmanız
gerekmediği gibi, hizmet etmek için de kendi ülkenizde yaşamanız
gerekmez.
Göçtüğünüz ülkede
de kendi toplumunuz için gönüllü çalışabilirsiniz. Gün gelir kültürünüzü
tanıtmak ve yaşatmak için sergiler açılmasını, konserler verilmesini,
korolar kurulmasını sağlarsınız. Gün gelir, o güne kadar kimsenin
aklına gelmeyen şehit ataşenizin anılmasına ve elini kolunu sallayarak
dolaşan katillerinin belki de artık daha tedirgin uyumalarına önayak
olabilirsiniz.
Sabahlara kadar kör kuyuya atılan taşlara benzediğini bile bile,
etkili bir Türk Diyasporasını nasıl oluşturabiliriz diye kafa patlatırsınız,
yazılar yazarsınız. Ulusal kültürünüzü korumak için web sayfaları,
elektronik haberleşme grupları kurar, ülkeniz aleyhine çıkarılmak
istenen kararları engellemek için işinizi gücünüzü ihmal edersiniz.
Ama bütün bunlar
sizin soluğu okyanus ötesinde almış olmakla suçlanmanızı engellemez.
Daha önce yazmıştım,
Diyaspora zor zenaattır.
Baş ağrısı yapar.
…
Bununla birlikte,
bazen uğruna kendinizi parçaladığınız toplumdan, bazen de sizin
için çok özel kişilerden öyle şeyler görürsünüz ki, baş ağrısının
aslında o kadar da kötü olmadığını anlarsınız.
Zaten öyle olsa, bu kişiler için "pain in the head" diye
bir deyim üretirlerdi.
Yazarın önceki yazıları:
Sivrisinek Masalı
Hadi Görünelim!
|