Eleştiri Delinin Düdük Çaldığı Gibi Yapılmaz!
Bizim, yazdıklarımızda doğrudan sapmak dışında bir kaygımız yok.
Kaygımız olmadığı için de, haberlerimizi de yorumlarımızı da saygı
çerçevesinde kalmaya çalışarak, ama kimseden korkmadan yapıyoruz.
Doğruya doğru, eğriye eğri demeye çalışıyoruz. Tabii ufkumuz ölçüsünde,
halkımızın çıkarları doğrultusunda.
Bu nedenle eleştirilerimiz
de oluyor kuşkusuz.
Bir türlü yeri
gelip yazamadım. Geçtiğimiz aylardaki bir yazımdan sonra Federasyon
Başkanı Sayın Nedim Düzenli aradı. Uzun uzadıya sohbet ettik.
Başta dinin politikaya, sivil toplum örgütlerine alet edilmesi de
dahil, çeşitli konularda görüşlerini sıkıntılarını aktardı. Aramasının
asıl nedeni ise bir köşe yazımda Federasyon'a yönelik yaptığım eleştiriydi.
"Bizi eleştirmişsin, basın olarak hakkınızdır eleştirin
tabi ama, çözüm önerilerini de yazsan iyi olur" dedi.
Federasyon Başkanı'nın
bu olgun ve sakin yaklaşımını takdir etmemek olanaksızdı.
Nedim Düzenli'nin
önerisini düşünürken birden aklıma yaşadığım bazı olaylar geldi.
***
Lisans eğitimi
sırasında birkaç arkadaşımla birlikte üzerimizde büyük emeği olan,
şimdilerde Marmara Üniversitesi'nde görev yapan Prof. Dr. Cengiz
Okman'a gittik. Öğretim sistemiyle ilgili ağız dolusu eleştirilerimizi
yaşımızın da etkisiyle adeta üzerine kustuk.
Sakince yerinden
kalktı, gidip birkaç tane boş dosya kâğıdı aldı, bize uzatarak,
"Hadi şu köşeye oturun, sorunu ve çözüm yollarıyla bu
çözümlerin nasıl yapılacağını yazın bana verin, ben de gidip idareye
aktarayım" dedi.
O kendi işine
bakarken biz de yaklaşık bir saat kadar kendi aramızda çözüm yollarını
araştırdık. En sonunda da her tarafı karalanmış dosya kâğıtlarını
çöpe atıp, galiba şimdiki uygulama en uygun olanı dedik. Her zaman
yaptığı gibi piposundan derin bir nefes çekip bir süre yüzümüze
baktı ve sakin bir şekilde "Peki o zaman" dedi.
O gün aldığım
dersi hiç unutmadım. O gün bugündür, yaptığım her eleştirinin çözümünü
de düşünmeyi alışkanlık haline getirdim. Ama kimi zaman çözüm önerilerinin
yeri gelmedi yazamadım, kimi zaman da sorulmadan söylememeyi tercih
ettim. Hayat çıkıntılarını törpülemeyi de öğretiyor insana.
Bir diğerinde
ise; savaşa girmemiş olmamıza rağmen, birinci Körfez Savaşı'nda
Özal'ın "Bir koyup üç alma" olasılığına
karşı, Silahlı Kuvvetler olarak her zamankinden daha temkinli ve
dikkatli olmak durumundaydık. Belki de evden, çoluk çocuktan uzun
süreli ayrı kalmanın ve kapalı alanda stresli bir ortamda çalışmanın
etkisiyle olsa gerek, bir gün bir arkadaşımız eleştiri dozunu fazlaca
kaçırmıştı ki; aynı vardiyada görev yaptığım ve birkaç haftada birkaç
yılda edinilecek tecrübeler kazandığım Süleyman Albay hafifçe kulağıma
eğildi ve her zamanki bilge tavrıyla "Eleştiri dediğin
delinin düdük çalması gibi olmaz!" dedi. "Eleştirirken
düşünüp taşınmak da gerek!"
Bazen eleştirirken,
bazen de yapılan eleştirileri görünce bu sözü hatırlıyorum. Kimi
eleştiriler bana gerçekten de delinin çaldığı düdüğü hatırlatıyor.
Oysa birlikte
olmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz günler yaşıyoruz. Hem Türkiye'deki,
hem de buradaki gelişmeler çoğumuzu ciddi şekilde endişelendiriyor.
Bu nedenle ne
kırıcı olma, ne de olanları görmezden gelme lüksümüz var.
***
Ben şahıslardan
çok kurumlara yükleniyorum. Bunların başında da Kanada Türk Dernekleri
Federasyonu geliyor. Çünkü Federasyonumuza saygı duymak ve değer
vermek gerektiğini düşünmekteyim.
Uygulamalarıyla,
seçilme şekliyle prensipte uyuşmasanız bile, kurucusu Muvaffak
Üzümeri'nden bayrağı yıllarca taşımış Demir Delen'ine,
yıllar yılı üzerinde emeği geçen kişilere duyduğum saygından ötürü
sessiz kalamıyorum. Topluma daha verimli olsunlar diye. Kanada Türk
toplumunun çıkarlarını daha iyi savunsunlar diye eleştiriyorum.
Değer vermeseydim
hiç ağzımı açmazdım. Değersiz şeyler eleştirilmeye de değmezler
çünkü.
Unutmayalım,
önemli mevkileri dolduran kişiler yaptıklarından olduğu gibi, hatta
belki de yaptıklarından daha çok yapmadıklarından da sorumludurlar.
Daha sonraki
yazılarımızda Kanada Türk Dernekleri Federasyonu'nun
işleyişi de dahil, özelde Kanada, genelde Diyaspora Türklerinin
birlik ve beraberliğine daha çok yer ayırıp çözüm yollarını araştıracak,
önerilerimizi sunacağız.
Her zaman yazdığımız
gibi katkısı olanlara fikrini belirtmek isteyenlere fikrimiz de,
kapımız da, yüreğimiz de açıktır.
HRANT DİNK
- ATİLLA ALTIKAT
Hrant Dink'in
öldürülüşünün birinci yılında Ottawa'da hem Türk hem de Ermeniler'in
katılımıyla sade bir anma töreni yapıldı. Patron törene katılmamı
istediğinde sevindim. Çünkü Hrant Dink'e arkadan kalleşçe
yapılan saldırıyı içime sindiremiyordum.
Bahriye Üçok'lar,
Uğur Mumcu'lar, Abdi İpekçi'ler, Ahmet Taner Kışlalı'ların düşünceleri
yüzünden katledilmelerinin günlük hayatın bir parçasıymış gibi yaşandığı
topraklardan gelmeme rağmen, bir insanın bir diğerini görüşleri
yüzünden öldürmesini kafam almıyordu.
Bir Türk'ün
düşmanını (bana göre düşman filan değildi) böyle "alçakça"
arkasından yaklaşıp vurmasını mertliğe, şerefimize; vurulduğu
için türkü ve kına yakanları insanlığa yakıştıramıyordum. Hiçbir
medeni yöntem kalmazsa, çıkarsın karşısına yumruk yumruğa adam gibi
dövüşürsün. İlkelleşsen bile, hiç olmazsa aşağılık olmazsın.
Müslüman geçinen,
Müslümanlığıyla övünenlerin, Allah'ın verdiği canı bu şekilde almasını
ise inançların hiçbirisine sığdıramıyordum.
Neyse, bütün bunların etkisiyle yapılan törene sadece görev gereği
değil, isteyerek de katıldım.
Anma gecesi
Kanadalı Türk'ler olarak bu hain eyleme karşı olduğumuzu göstermesi
bakımından anlamlı idi.
Güzel, basit
ve sade düzenlenmiş duygusal bir geceydi.
İki konuya takıldım
sadece.
Birincisi Kanada'nın
başkentinde gösterim için seçilen "Kırlangıç'ın Yuvası"
filmiydi.
Yani filmde
anlatılanlar gerçek dışıdır, bizde olmaz öyle şeyler filan demiyorum
tabi. Hatta bir araştırılsa, belki daha neler neler bulur çıkarırız
güzel yurdumuzdan filmdekilere benzer…
Ancak, böyle
bir günde, bu filmi Ermeni ve diğer Kanadalı dostlara göstererek
verilmek istenen mesajı anlamış değilim.
Bana göre o
film "Şecaat arz ederken merd-i Kıptinin sirkatin söylemesi"
gibiydi.
Yanlış yapıldı!
İkinci konu
ise bir öneri. O geceye katılan Türk ve Ermeni dostlarımız, benzeri
etkinliklerini ve değerli mevcudiyetlerini acaba 27 Ağustos tarihlerinde
yapılan Atilla Altıkat'ı anma törenlerine de yansıtabilirler
mi?
Eğer bunu yaparlarsa,
söz konusu sivil inisiyatifin kendi belirttikleri amaçlarına daha
fazla hizmet edeceğini düşünüyorum.
Katlini içimize
sindiremediğimiz gazeteci Hrant Dink'in canı can da, Ottawa'da
katledilen Albay Atilla Altıkat'ımızın canı, Başbakan
Erdoğan'ın dediği gibi "kelle" mi?
Şubat 2008
Yazarın önceki yazıları:
Başım Ağrıyor
Sivrisinek Masalı
Hadi Görünelim!
|