|
Yine Kitap
1998… Birleşik
Krallık…
Bradford Hava Limanı'ndan bizi alan minibüs kaymak gibi bir yoldan
Leeds kentine doğru yol alıyor.
Yağmur çiseliyor. Hava kapalı.
İkindin sonrası loşluğunda yolun iki geçesinde evler sıralanmış.
Bize villa, malikâne gibi görünen bu evler, sıradan Britanya yurttaşlarının
yaşadığı orta halli konutlar olmalı.
Üzerinde güneş batmayan bir büyük imparatorluğun mirası bu işte.
Sürücümüz Pakistanlı, havaalanında bavulumuzu teslim eden genç kız
Hindli, trafik polisi Nijeryalı…
Evlerin alt katları ışık içinde.
Minibüs ışıkta duruyor. Hemen dört, beş metre ilerdeki bahçeli evin
salonu ayan beyan görünüyor.
Yaşlı bir hanım köşe lambasının ışığı altında kitap okuyor.
Bu görüntü gözümün önünden hiç gitmiyor…
İmreniyorum bu okuma sevgisine, alışkanlığına…
…………..
Leeds Üniversitesi'nden sonra, Nothingham Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde
inceleme yapıyoruz (!).
Öğretmen adayları nasıl eğitiliyor!
Girdiğimiz bir derslikten sonra ikincisine geçeceğiz. Bu arada,
haber bekliyoruz.
Fakültenin kütüphanesi arı kovanı gibi işliyor (Babam Bezirane kapısı
gibi derdi ).
Girenler üç, dört kitabı teslim ediyorlar. Yerine beş, altı tane
alıp çıkıyorlar.
Yaşı 60'ın üzerinde, ak saçlı bir hanım tek başına yönetiyor koca
kütüphaneyi.
Fişleri bulup çıkarıyor, işaretliyor, yeni verdiklerini kaydediyor.
Tek bir dakika boş durmuyor. Canlı, devinimli yaşına göre…
Kendi aramızda konuşuyoruz, memureyi izlerken…
"Teyze, sen hele bir olanak bul da Türkiye'yi ziyaret et. Öğreneceğin
çok şey var. Niye böyle paralıyorsun kendini. Biraz otur, örgünü
ör, komşu bürodan gelen bir arkadaşınla dedikodu yap, çay kahve
iç, belki torunun da vardır; onu da getir buraya, ilgilen biraz.
Senin işin gücün yok mu Allahaşkına, Britanya İmparatorluğu'nu mu
kurtaracaksın?"…
Haber gecikince, gezenekten içeri giriyoruz.
Öğrenciler, halı kaplı yerlere uzanmışlar kitapları inceliyorlar.
Bazı öğrenciler kapalı küçük bölümlerde kulaklıklarını takmışlar,
belgesel film izliyorlar videolardan.
Memure, güleryüzle, bize "Hoş geldiniz" diyor.
50'li bir adamı tanıtıyor: "Dekanımız" diyor.
Ben, öğrencilerdeki okuma sevgisine imrendiğimi söylüyorum.
Dekan, parmağını dudaklarına götürüyor gülümserken…
Anlaşılan, yüksek sesle söylemişim bunu.
………………
"Ders yılı
başında, hoca bir kitap tanıttı. Almak zorundaymışız. Ucuz da değil;
25 TL. Kalın bir kitap. Bir yarıyıl içinde biz kaç bölümünü işleyebiliriz?
İki, üç… Bir arkadaş aldı kitabı. Biz o iki, üç bölümün fotokopisini
yaptırdık. Tamamdır. Yahu, biz enayi miyiz kitap alacak? Sonra,
öyle okuyacak vakit mi var sanki?"
………………
Üniversite ile kent arasında öğrenci taşıyan otobüslerle yolculuk
yapmayı seviyorum.
Birçok fakülteden öğrenciler günün yorumunu yaparlar.
Dersleri, sınavları, hocaları anlatırlar birbirlerine.
Elinde kitap olan pek az öğrenci vardır.
Birkaç sayfalık notlardan sınava girerler.
Onlar da boru gibi bükülmüştür.
Kolayca açılıp okunmaz. Sınavdan sonra okulların önünde sayısız
fotokopi sayfası …
Ortalığa atılmış, çöp…
Kitap edinme alışkanlığı veremiyoruz ailede, okullarda.
Kitaba 10 TL vermeyen öğrenci vitrindeki 2 bin TL değerindeki cep
telefonunu inceliyor…
Ve hiçbir gelişme olmadan sürüp gidiyor bu… Kısır döngü…
Bugünün öğrencisi yarının öğretmeni, hukukçusu, mühendisi, doktoru,
kamu yöneticisi…
Varolan durumu
anlatıyoruz.
Peki, çözüm nedir?
Onu da sonraki yazıya bırakalım…
Mart-Nisan
2014
Yazarın önceki
yazıları:
Sunullah Arısoy: Değerini Bilemediğimiz
Ozanımız, Yazarımız
Didergin Müellim
Eğitmen Rıza Emmi
Kanadalı Emekliler
Derin Kuyu
|