|
Soyadı Sahtekârıyım
'Osman' anadan dedemden geliyor. 'Bolulu' ise soyumdan:
Babamın dedesinin dedesi Hasan, küçüklüğünde sokağa çıktığında,
oyun arkadaşları, onun gömleğini yırtarlar, anası yırtığı
'yivlermiş'. Hasan'ı oyun arkadaşları 'Yivli Hasan'
diye çağırırlarmış. Bizim soya 'Yivliler' denmeye başlanmış.
O lakaptan gocunmayan
altı aile, soyadı yasası (1934) uygulanırken soyadımızın 'yivlili'
olmasını istemiş. Yazıcının Arap abeceli yazısı, ilçedeki nüfus
kütüğüne 'Bolulu' olarak geçivermiş. O Arap abecesinin pek
çok cilveleri vardır: İstanbul Üniversitesi'nin anlı şanlı bir profesörünü
bile yanılmıştır: 'Terzi Necip dikmedi, Muhammed'in donunu'
yazdığı için, az alaya alınmadı adam, 'biçip' sözcüğünü
'Necip' olarak okuduğu için. Osmanlıca 'Tahta kurusu'
yazısı, 'tahtın kurusun' olarak da okunurmuş.
Abdülhamit zamanında, Türk basınında, bu sözcüğü kullanan
zindanı boylarmış. Soyadımız, Osmanlıcanın cilvesidir.
Göbek adımı,
'Osmanlı' ile, soyadımı, Bolu ile ilişkilendirmek
hiç aklımdan geçmemiştir. Eytişimsel (diyalektik) bir dil olan Türkçe
ile düşündüğüm için soyadımdan yakınmamışımdır. Edebiyata gönül
düşürdüğümde gördüğüm ki adamın adı Fuzulî, 'boşuna, yersiz,
gereksiz, haksız' anlamında. Adam yazdıklarıyla var, yaşıyor.
Köylü aklıyla, "Osman Efendi, senin köyde, tarla öküzle
mi, öküzün boynuna taktığınız boncukla mı sürülüyor?"
diye sordum, kendime. Önemli olan kişinin adı değil, yapıp ettiği
idi. İç kimliğine bakarak nitelendirilir insan.
Soyadımı değiştirmeyi,
ne zaman düşündüm bilir misiniz?
On dördüncü
yaşımda şiir yazma hevesine kapılmıştım. Yazın içinde kendime yer
ararken, bir yandan da tarih içinde ulusumun tarihsel serüvenini
anlamaya çalışıyor, özellikle Kurtuluş Savaşımızı kavramaya çabalıyordum.
Bolu-Düzce İsyanlarını okurken irkildim. Daha düzenli ordu kurulamamış,
Kuvâcılarla isyancılar savaşıyor. Kuvâcı alayın başındaki yarbay
Çerkez. İsyancılar: "Biz de Çerkeziz, ateş kesip anlaşalım."
diye yarbayı aldatıyorlar. Kuvâcı yarbayı öldürüyorlar.
Kuvâcılar yeniliyor.
Bolu'nun çamurlu
sokaklarında yatan şehitler, isyancılar için düşman. Bolu hastanesinden
bir hekim, yerde yatanlardan birinin kıpırdandığını görür, çevreye
çaktırmadan, onu hastaneye taşır, bakıma alır. Günlerce baygın yatan
subay: "Su, su, su!" diye ayınca, hastane
görevlisi kadın ona bir tas su vermez. Dışarıya fırlar, "Yetişin,
cavır dirildi." Diye bağırır. İsyancılar almasın diye,
evine kaçırır hastayı doktor. O hasta, bir yedek subaydır. Sağalınca
Bolu ormanlarından Zonguldak'a kaçar, sonra Kurtuluş ordusuna katılır.
Bu olay tedirginliğimi
isyana dönüştürdü. Bolulu soyadı beni acıtmaya başladı. Şiirlerimin
altına, öğle yemeğinin ekmeklerini satarak edindiğim kitaplarımın
üstüne 'Osman Boloğlu' diye yazmaya başladım. Kendime göre
bir gerekçesi vardı, 'Boloğlu'nun. Ailem eli açık bir aileydi: Sofrasına
birini çağırdığında yiyeceğinin bereketi artar diye düşünürdü. Bağımızın,
bahçemizin kıyısından geçene bir salkım üzün, bir avuç meyve sunmak,
onlar için ibadet gibi bir şeydi. Ben, o mayanın eli açık çocuğuydum,
bize 'Boloğlu' soyadı yakışırdı. Ama niçin sürdürmedim 'Boloğlu'luğu?
Ailenin en son dölü, soyumun adını değiştirme hakkına sahip olamazdım.
Ailemden kopamazdım.
Bolu-Düzce İsyanına
takılıp kaldım mı? Hayır! Genellemeden kaçınırım. İnsanoğlunun bulunduğu
her yerde, insanın her türlü davranış ve halleri vardır. İnsanları
yanlışa düşüren, çoğu zaman, kendi özgür iradeleri değildir. Konum
ve koşulları, insanı yanlışa düşürebilir. Örnekse, o anlattığım
Bolu'da hastayı evinde tedavi edip sağlığına kavuşturan doktor da
vardı. Bir kenti, bir dönemi, bir olayı tek bir olayla genelemeye
alamazsınız. İnsanlara, iyi olma olanak ve koşullarını yaratamamışsanız,
onları suçlamak, insanlığın özünde yatan güzelliğe ihanettir. Her
şeye karşın, insana güvenirim ben. Dünyadaki yıkımlara koşulanlarla
göre değerlendirme yapmak, insanlığın güzelliğini örenlere, gelişimlere
ön açanların önüne, kötü örnekler sunmaktır. İyiyi göster ki iyi
olsun, güzeli yaşat ki güzele imrenilsin
Bolu, İzzet
Baysal Üniversitesi'ne çağrılmıştım. Konuşmamdan hoşlanmışlardı:
"Bolulu musunuz?" diye soruyor, benimle
hemşehri çıkmaya çalışıyorlardı. "Ülkede hortumcu, sahte
ihracatçı, rüşvetçi, soyguncu, ulusal değerleri yandaşlarına ve
dışarıya peşkeş çeken, kaynaklarımızı başkalarına satan, ulusal
kazanımlarımızı yok eden bir sürü sahtekâr var. Benimki soyadı sahtekârlığı,
kimseye zararı dokunmaz, ne istiyorsunuz benden?" dedim.
Caf caflı bir
soyadının altına sığınmak insanı kurtarabilir mi yanlışlarından,
yapıp ettiği kötülüklerden? Bakınız, soyadımın cilvesi, içinde düşürüldüğümüz
açmazı kargışlamakta işime yaramıştı: Atınca taşın iyisini, devirecektiniz
herifin birisini. Mizah da bir silahtır.
Nisan 2010
Yazarın Önceki
Yazıları:
SÖZ VE İNSAN / (Sözüne bak, insanını tanı)
Sözcük Seçimine Özen
Seslendirme ve Noktalamanın Önemi
Dil Savrukluğunun Nedenleri
Dilimizde Edim ve Edicinin Özellikleri
|