Türkiye Laiktir, Laik Kalacak
Merhaba
efendim,
Türkiye'de mecazi
anlamda kan gövdeyi götürüyor. Bu siyasi çalkantı, zaten beklenen
ekonomik krizi de tetikleyebilir. Bazı şiddet eylemlerine de neden
olabilir.
Laiklik karşıtlarının,
elli yıldan bu yana dini istismar eden politikacıların da yardımıyla
kazandıkları mevzileri cansiperane korumaya mı, yoksa demek ki daha
o noktaya ulaşamamışız, bu kadar bekledik biraz daha bekleriz diye
düşünerek, alıştıkları şekilde çalışmaya mı karar vereceklerini
göreceğiz.
Gerçi belli
olmaz ama, herhalde beklemeyi tercih ederler.
Nasılsa her
geçen gün kendi lehlerine işlemektedir. Nasılsa küçük bir kesim
dışında laikler, hem yurt içinde, hem de yurtdışında ya etliye sütlüye
karışmadan ve elini taşın altına sokmadan laf üreterek yaşamakla
ya da birbirlerini yemekle meşgulken, kendileri ve örgütleri giderek
güçleniyorlar.
***
Neyse bunun
Türkiye'de nasıl geliştiğini bir yana bırakalım, kendi çöplüğümüze
bakalım. Ne de olsa Türkiye'de konuyla ilgili yüzlerce yorum yapıldı
ve daha da yapılmaya devam edecek.
Peki yurtdışında
durum nedir? Endişe etmeye gerek var mı?
Diğer yerleri
bilemem ama Ottava için somut gözlemlerim var. Örnekleriyle açıklayayım:
Geçtiğimiz yıl
Ramazan ayında Ottava'da Fethulah Gülen yanlısı Kanada
Türk İslam Vakfı'nın düzenlediği bir iftar yemeğine muhabir
olarak davet edilmediğim halde katılmıştım. Salonda yaklaşık 200
- 250 kişi vardı. Gazeteci olarak geldiğimi söyleyince Vakıf Başkanı
güler yüzüyle yanıma gelerek düzenleme hakkında bilgi verirken,
"Bu ay 7 faaliyetimiz var inşallah" diyordu.
Oysa o tarihte,
4 ay önce yeni yönetim kurulunu seçmiş olan Ottava Türk Kültür Derneği'nin
henüz tek bir etkinliği bile yoktu. Üstelik Dernek Yönetimi'ne kendi
istekleriyle gelmişlerdi. O kadar istekliydiler ki, derneğin 20
küsur kişilik Genel Kurulu'na 30 küsur kişinin matbu kâğıtlara hazırlanmış
vekaletlerini toplayıp gelmişlerdi. Derneğin iki değerli üyesi kendileriyle
birlikte 32 kişiyi temsil ederek kendi kendilerini seçmişlerdi.
Umutlanmıştık.
Laik Dernek
yaz aylarını tek bir etkinlik bile yapmadan geçirirken, vakfın düzenlemesinde
Ottava'daki Türk çocukları Toronto'dan gelen ağabeylerinin arabalarıyla
yaz kamplarında eğitime götürülüp getiriliyordu.
***
Yukarıda söz
ettiğim iftar yemeğinde Vakıf Başkanı arkadaşımız anlatmaya devam
ediyordu:
"Bizim
faaliyetlerimizin hepsi gönüllülük üzerine kurulu. Yani bizim vakıf
yönetimi olarak bunları koordine etmekten başka bir fonksiyonumuz
olmuyor. Allah
razı olsun insanlar kendiliklerinden çıkıp gönüllü oluyorlar, hatta
masraflarını da Allah rızası için kendileri üstleniyorlar"
diyordu.
Doğruydu. Gerçekten
de insanımızın bu tür konularda ne kadar özverili, ne kadar çalışkan
olduğunu, kendilerinden talep edildiğinde nasıl da gönülden çalıştıklarını
ben de yaşayarak görmüştüm.
Şöyle ki: Dernek
Başkanlığım sırasında Türk Günü düzenlemiştik. Kendilerine koordinatörlük
görevi verdiğimiz Semra Gülder, Zeynep ve Deniz Karman'ın
mükemmel düzenlemesiyle 2000 kişinin üzerinde ziyaretçinin ağırlandığı
o gün, 120 kişi gönüllü olarak çalışmıştı.
Toronto ve Montreal'den
gelen "bazı" sanatçı arkadaşlarımız, ne yol, ne de yatma
masraflarını ödememizi kabul etmemişlerdi.
Sevgili Metin
Yurtçu'nun firması My Caterer, o gün çiçeği burnunda yeni yöneticisi
Yasin'in önerisiyle ücretsiz olarak masaları hazırlamış ve kendi
ekibi ile konuklara hizmet vermişti.
Aynı gün tepsi
tepsi yemekleri hazırlayıp derneğe bağışlayanlar arasında bulunan
İrfan ve Nursel Peker dostlarımıza "o kadar
çok yemek getirdiniz ki, emeği sizden olsun, izin verin hiç olmazsa
masraflarınızı ödeyelim" dediğimde İrfan Bey,
"seni döverim!" demişti.
Yani at sahibine
göre kişniyor.
***
Bitirmeden,
Vakıf ile Dernek arasındaki farkı görmeniz açısından yaşadığım iki
ayrı deneyimi de yazmak isterim.
Vakfın iftarına
gazeteci olarak davet edilmeden gittiğim için yemek yemek istemedim.
Kıyamet koptu; zorla yemek yedirdiler. Oraya gidermişim de yemeden
çıkılır mıymış? Hatta bir arkadaşım tatlı yemediğimi görünce kendi
elleriyle getirip tatlı ikram etti.
Mart ayı başında
ise senelerdir her türlü etkinliğine gönüllü katıldığım, gerektiğinde
uykumuzdan feda ederek emek verdiğimiz Türk Kültür Derneği'nin düzenlediği
Efes Restoran'daki mantı gününe gittik.
Hem giriş parasını
verip derneğe destek olmak, hem de olayı haber yapmak istemiştim.
13 yaşındaki oğlum Ege de daha sonra düzenlenecek tavla turnuvasına
katılmak istemişti. Eh, tavla bizim kültürümüzün bir parçasıydı;
bu bakımdan oğlum için de iyi olacaktı.
Ama önceden
bilet almadığımız ve yer olmadığı gerekçesiyle bırakın yemek yemeyi,
oturmamıza bile izin verilmedi. Oysa restoranın sahibesi yer olmasa
bile ben yer yaratırım demiş ve hemen bir masa kurmaya kalkışmıştı.
Günü düzenlediğini
söyleyen Sayın Yönetim Kurulu üyesi, "biletleri
ben veriyorum, oturamazlar" diye kestirip atınca, oğlumla
çıkıp kös kös eve döndük.
Sonradan aklıma
takıldı; benim gibi bilet almadan kapıya geldiğini gördüğüm eski
Dernek Başkanı Bülent Günay'a açtım, o gün ne yaptığını sordum.
"Baktım
tatsızlık çıkacak, benim de sinirlerim bozulacak, çıktım arabamda
oturup çocukların yemeğini bitirmelerini arabamda bekledim"
dedi.
O gün Ottava'da
hava -12 idi.
Türkiye laiktir
laik kalacak...
Diyaspora Türkleri
de...
Mart 2008
Yazarın önceki yazıları:
Eleştiri Delinin Düdük Çaldığı Gibi Yapılmaz!
Başım Ağrıyor
Sivrisinek Masalı
Hadi Görünelim!
|