|
Türkçe Denemeye Katkı
Yaşamımız baştan
aşağı çizgi içi. Hele devlet, sanki keskin çizgi mühendisi: Doğumdan
ölüme değin yaşamamızı biçimlendiren, her türlü eylememiz için kural
koyan, haklarımızı koruduğu ölçüde yasaklar koyan devlettir. İlk
bakışta toplumsal yaşamın gereği bu! Dirlik düzenliğin zorlaması!
Özgürlüğe susamış insan açısından bakarsanız, kuşatmadır bu! Sere
serpe yaşamak için, çizgileri tümden kırıp atalım mı?
Toplumsal yaşam
açısından bakarsanız; boşuna çizilmemiştir çizgiler: Çizgi aşımı
kargaşa, bilinmeze gitmek. Toplumsal yaşam; kuralı, kurumuyla örer,
korur yapısını. İlkeleriyle yön verir kendisine. Bilim, yazın, sanat
da kuramları, ilkeleri üzerinden bilimsel / yazınsal gereklerini
gözardı etmeyerek yaratır örgüsünü, doku sağlamlığını. Bilimin kendisini
aşmasını, yazın ve sanatın düş kuruculuğunu dışta tutarsak; işte
o dokusunu örme, koruma kollama, toplumsal doku sağlamlığı, dirlik
düzenin gereği.
Toplumsal doku
sağlamlığından gelen esenlik, insan için koruyucu çizgilerin kanat
altı rahatlığı, yerinden memnunluk! Yöneten için düzenini sıkıntısız
yürütmek, kararlılık ama bir de ters yüzü var, tek başına birey
için öyle mi?
Memnunluk, esenlik
verdiği oranda gevşetir kişiyi: Rahatına düşkün insanoğlu; yerinden
yakınmaz, memnuniyeti sürüp gitsin ister. Sürekli memnunluk; yaşayışın
kaslarını hantallaştırır, düşünüşü uykuya salar. Var olanın içinde
salınır durursunuz ancak.
Kendisini, olduğu
gibi koruyup düş kurmayanları gördükçe yontular (heykeller) düşüyor
usuma. Yontular sanatsal yaratılardır. Fakat önemli bir olgunun
anısı, biraz da geçmişten ileriye uzanışın, simgesel görüntüsü olmaktan
öteye bir işlevi yoktur. Durup dururlar, kaldıkları yerde, kazık
gibi.
Yapıp etmek,
dirimini sürdürmek zorunluluğundaki insan öyle mi ya? Yaşam değişken,
gelişken. Bir aşamadan sonra, insana elindekiler az geliyor, isterlerini
karşılayamıyor. Çerçevesi daralıyor, yetmiyor insana. Yenisini düşlüyor,
özlüyor. Yerleşmiş, kabul görmüşte eğlenmek durağanlık. Ona razı
gelir mi, gizleri delik deşik etmiş, kocaman bir gücü, doğayı buyruğuna
boyun eğdirmiş insanoğlu? Var olanının ötesine uzanacak ki kendisine
yeni düşünüş alanlar açsın.
İnsanoğlunu
olduğu yerden ilerisine taşıyan bilim, sanat, yazın vb. edimler
/ yaratılar; beynimizi şimşeklendirir, düşlerimizi kanatlandırır,
sezgilerimizin ardına düşeriz. Tasarılarımızı yaşamımıza uygulamak
isteriz. Daha esene uzanan yolağın, daha da açılım kazanması için,
kullanılmakta olan düşünceyi sektirmeye, düşünceden yeni düşünce
üretmeye başlarız. Elimizdekilerin, yeni sorunların çözümüne yetmeyeceği
korkusu ve işlenip geliştirilmeyenin bağlayıcılığa neden olacağı
kuşkusudur, bizi arayışa iteleyen. Durağanlığın çeperlerini delerek,
ışıklı pencereler açmakta, düşünceyi sektiren denemenin hayli önem
taşıdığını düşünüyorum: Deneme; arayıcı, değiştirici, dönüştürücü
düşünüşün dile yansıması, düşünceyi sektirmek; düşünceden düşünüş
üretmek, felsefe yapmaktır; 'denemeci biraz filozoftur' derken,
yine düşünüyorum. Felsefe; salt kavram çözümlemesinde kalırsa, kendi
üstüne kapanır, önceden üretilmiş düşüncelerin sınırını aşamaz.
Yeni düşünüş üretmekte zorlanır. Kendi üstüne kapanmayan felsefe;
hazır kavramları oluşturan nedenleri yeniden inceler, olanı biteni,
bir daha irdeler: Düşünceyi ve yaşamı, kendi üzerinden ilerisine
taşır, yeni yaşam, yeni dünya özlem ve olanağı yaratır. Birikim
ve kazanımlarla bağını koparmadan ilerisine uzanır. İşte o zaman,
bilineni yinelemekten kurtulmaya, çevren açmaya yönelir: Dahasını
arar, var'ı aşmak için düş ve düşünüşü yeniden dokumaya koşulur;
bilime, yazına, sanata önsezi alanları açar. Felsefenin işlevi bu
olsa gerek, asıl felsefe bu olsa gerek.
Felsefeyi -mevcudun
ötesini yoklamanın yanında- olayla, olguyla ilişkilendirmek; yaşam
üzerinden yeni çözümü sezdirmek, insanın ütopyalarını kanatlandırmak;
yarının temellerini atmaktır.
İnsanın çağcıllık
/ uygarlık ölçütü; gününü yarınına eklemleyebilmek değil mi? Bunu
görebilen deneme, var ötesini özleyebilen deneme; düşünce jimnastiğini
aşmış, yaşamla özdeşleşmiş canlılıktır, üreticiliktir. Özellikle
düşünce üreticiliği! Yazın türlerinin delişmen delikanlısı denemenin
anası sınır tanımaz özlemler, düşlemler ise; felsefe de denemenin
dayısıdır. Deneme, dayısının önüne geçmekten sakınır, ama dayısının
açtığı pencerelerden, avuç avuç ışık aşırmaktan da vazgeçmez hiç.
Işık aparıcılığı, düş dokuyuculuğu, düşünüşe çevren açıcılıktır
onun işi. Felsefeden apardıklarıyla, özgürlük yaylasında at koşturmaktır
işlevi. Aracı işlek ve özenli dil; kamçısı devingen düşünüştür.
Denemelerimde
felsefe yaptığım söylendi. Öyle bir savım olamaz: Ne yazık ki felsefe
eğitiminden geçmedim. Kırsaldan, doğadan geliyorum: Olguların içinden
geçtim; üzüncünün, sevincinin sarsıntılarını yaşayarak. Toplumun
en alt katmanından üst noktasına tırmanırken gözlemlerim, algılamalarım,
olup biteni sorgulamaya, irdelemeye zorladı beni. Doğanın eytişiminden
(diyalektiğinden) devşirdiğim deneyim, düşün ve sanat kitaplarından
edindiğim kazanımlar üzerinden yeni birikimlere yolak açma çabasını
güder denemelerim.
Dünyaya mevcut
ekini (kültürü), yaşam düzeni yetmiyor, bilimin kazanım ve uygulayımları,
insanın esenliği için kullanılacak yerde, bir kesimin tekelinde
ve insanlığa doğrultulmuş vurucu silah. İnsanlık kıstakta, insanlık
sıkıntıda, arayış içinde. Hele ülkem, açmazlara kilitlenmiş. Uzay
çağını yakalamaya çalışanla, Ortaçağı aşamamışın kavgasını yaşıyor.
Bu kavgada birbirimizi acıtıyor, tüketiyor, esenliği yakalayamıyoruz.
Bu açmaz, usun
(aklın) terazisine vurulmalıydı: 'Ama neden olmadı, bu açmazdan,
nasıl kurtulabiliriz' benzeri sorular üşüşüyor kafanıza. Sorma,
haber alma merakı; kendinizi, dünyayı tanıma açkısı. İnsanlığı,
ilkel konumundan, bugüne getiren soru çengeli, duranlığın bir kanadına
asılıyor, çekip açtığı yarıktan, esenleyici (ferahlatıcı) ışık sunuyordu.
Sorulara tutundum: Sorularda kuşku vardı, ötesini yoklatan. Ama
salt soruda kalmak da sakıncalıydı. Sorulara da kuşkuyla yaklaştım.
Gündeme düşen sorunun karşılığı ne olabilirdi? Onu da irdelemek
gerekiyordu. Soruyu tersine çevirsem karşıma bir yenisi çıkabilir
miydi, ne getirirdi bana? Böylesi irdelemelerden sonuç alabilmişsem,
görüş / kanı belirtmeye çalıştım. Değilse kaçındım. Bu kadarı yeterli
deyip kesip atmak mı istiyorum? Hayır! Dahası olacaktı elbet. Yeteneğim,
gücüm o kadardı da…
Denemelerimin,
alışılmış denemeden taştığını sezdirenler oldu. Kendilerince haklıydılar:
Denemenin babası Montaigne'i düşünüyordu ya da onun bize yansımasındaki
olguyu: Alışılmış denemeden kurtulamayanlara göre; deneme, düşünce
sınırlarını düşünsel olarak genişletmekle yetinmeli; kesin yargıya
bağlanmamalıydı. Deneme kavgacı görüntüde olmamalı, bilecenlik etmemeli,
insanı güdülememeliydi, düşünüş jimnastiğinden öteye geçmek, denemeyi
zedelerdi. Yanlış mı bunlar? Hayır! Zihin çapımızın boyutlanmasında,
bilinen deneme türünün getirisini biliyorum, onu yadsımıyorum. Fakat
bilinen deneme bana dar geldi: Onun üstünden -bilinç ve sorumluluğumu
devreye sokarak- bizim özgül konum ve koşullarımızı, dilimizi, felsefemizi
işleyecek denemeyi denemeye koşuldum.
Denemeyi yerleşmiş
tanımının, sözlük anlamının dışına kaydırma yürekliliğini nereden
alıyorum? Birçok şey olduğu gibi yineleniyor sanırız: İnsanın da
edindiği yapıyı pek değiştirmeden yaşamın alışılmış oluğundan götürdüğünü…
Salt rengi, biçimi yenilenmiş kalıpların süreği mi yaşam? Hiç sanmam
ki öyle olsun! Ne insan, ne doğa; bir günün sabahından akşamına,
akşamın karanlığından tan yerine tıpkısı değildir: O kavrayamadığımız
hız, ayırtına varamadığımız değişim an be an, insanı yeniden kurar,
doğayı sürekli devinime iteler.
Kendimden biliyorum;
hiçbir akşam, sabahki adam olarak dönmedim eve. Sabaha başka birisi
olarak uyandım. Sabahtan beri koştur muşum, onunla bununla görüşmüş,
tartışmış ya da aynı görüşleri bölüşmüş, pekiştirmişimdir. Tepkilendiren
olaylar yaşamış, hoşuma giden ya da gitmeyen kişilerle durumlarla
karşılaşmışımdır. Bunlardan algılanmış, etkilenmiş, üzerinde düşünmüşümdür:
İleri-geri, yatayına-dikeyine, altında hangi hınzırlığın ya da ışığın
saklandığını yoklayarak… Ben'imin duvarında sökülmeler, başıma gül
dökülmeler olmuştur. O sabah evden çıkan adam değilimdir artık.
Bir toprak damda
doğmak nasip olmamış, tütün tarlasında dünyaya gözünü açmış köylü
çocuğunda bu denli değişim gelişim oluyorsa, yüz binlerce yıllık
çabaların / birikimlerin sahibi dünya yerinde durur mu hiç?
İnsanlığın kazanımlarından
yararlandım, öncesinin yazarlarından, düşünürlerinden beynim çiçeklendi,
eyvallah! Yalnızca onların izini sürmek, onların benzeği olmak mı?
Yooo! Başkasının ayak izinden gidenin ayak izi olur mu? Elin gölgesine
kimlik verirler mi? Öncesine saygını koruyacaksın ama onların yelinde
yelpelenmek boşuna kanat çırpmak değil mi? Hele aydınlanmasının
önü kesilmiş, uluslaşma / kültürleşme sürecini tamamlayamamış bir
ülkenin yazarıysan, senin bakışın, toprağının konum ve koşullarına
göre ayarlanmak gerekmez mi?
Her yazar, kendisini
yazdığı gibi, kendi ekin (kültür) ikliminin türküsünü söyler. Toprağının
acısıyla kıvranır, sevinciyle kanatlanır. Herkes kendi yarasına
merhem arar. Ben de ülkemin özgül koşullarından yola çıkacaktım.
Ulusumun, kimlikli bireyi olacaktım ki ulusum da -benim gibilerin
örgüsünden edindiği katkıyla - insanlık ailesinin saygın üyelerinden
biri olabilsin. Dünya karşısında ezik düşmeyelim, evrensel konumda,
onurlu yerimizi alalım.
Böyle bir bilinç
ve anlayışa yaslanan deneme; yazarının özel ülkesinden, insanın
iç coğrafyasında sefere çıkar. Şiirin alt dokusunda gizlenen, öykünün,
romanın koynundan ara sıra başını uzatan düşünce, eleştiri, düşkur
denemede boylu boyunca karşınızdadır. Kesin yargı biçmeden, algılama,
yorumlama çevreninizi genişletir, size sözünü etmez görünerek. Deneme,
öteki yazın türlerine göre daha ökecedir, bilecendir, filozof özentisini
örtüleyerek söyleşir sizinle; sorular sorar, sorularınıza yanıt
arar. Sorulardan yeni sorular üretir. Kazanılmış alanlarınıza yeni
alanlar katar. İnsan soran sorgulayan yaratık değil midir, deneme
insanlığın bütün hallerine soru çengeli atıyorsa, nasıl uzak durabilirsiniz
denemeden? Konusunun özgürlüğü, toplumsala, geleneksele tutsak düşmüş
insanı, niçin özgürlük yaylalarına götüren kılavuz olmasın?
Bir kişiyi odak
almış, bir kişinin ağzından konuşuyormuş gibi görünse de, bir insanda
bütün insanlığın saklı/var oluşundan ötürü, kendinizi kolay bulursunuz
denemenin içinde. Özel alanı yok sanırsınız, ama bütün alanlara
giriş vizesi vardır elinde, peşin. Özgür işleyiş, onun söylem biçemidir,
kuralların ağına takılmaz, sizi de özgür kılar. Okuyup algıladıkça,
genelgeçer olarak kesinlemeden, özel görüş ve düşünceleri sunar
kabulünüze. Özel söyleşi (kendisiyle iç söyleşi) yöntemiyle yaklaşıverir
yanınıza. Sav'a bağlanmıyormuş örtüsünün altındadır sav'ı, özel
etiketli. Söyleşir dedikse de biraz da ılımlı kavgacıdır, aba altından
tartışmacı… İçinize sokulurken kavgacılığını, tartışmacılığını koltuk
altında saklar. Buyurganlık taslamayan tutumunun altında, düşüncelerinizi
boyutlandırmak amacı yatar.
O ki deneme,
durağanlık çizgisini kıracaktır, insanı bulunduğu yerden ileriye
taşımak işlevindedir, insana kendisini sorgulatarak, onu değiştirip
dönüştürmekle özgörevlidir. Öyleyse, benim denemelerim; düşünceden
düşünce üretmeli, okuruna hem geneli hem kendisini sorgulatmalıydı:
Böylesini başarabilirsem çağcıllaşma sürecinin önü kesilmiş ulusuma,
açmazlarda kıvranan insanlığa borcumu ödeyebilirdim. Benim denemelerimin
bakış açısı, çabası budur.
Nereden çıkaracaktım
bakış açımı? Nasıl boyutlandıracaktım düşüncemi? Hangi temele oturtacaktım?
Nasıl inanılır kılacaktım? Kanıtım / dayanağım ne olacaktı? Örneklemeli,
somutlamalıydım ki inandırıcı olayım. Dilin, bilinen kalıp ve söylemlerin
ötesine ulaşmalıydım ki yazdıklarım sıradan anlatı düzeyinde kalmasın;
yazınsal niteliğiyle, okuruna getirisi olsun, ona kendisinden ötesine
ulaşma yolağı açabilsin. O nedenle yaşadığım / yaşadığımız olguları,
çağımızı; denemelerimin çıkış noktası yaptım, anılardan / olgulardan
yararlandım.
Kalıplaşmış
/ katılaşmış kavramları tersyüz etmeye, onlara yeni içerikler yüklemeye
yeltendim. Açılım, gelişim kapılarını aralamaya çabaladım.
Klasik, alışılmış
deneme türünü bekleyenlere yadırgı düşer miyim, bilemiyorum. Ama
inanıyorum ki insanlık kuram ve kurallarına tutunarak esenliğini
koruduğu oranda kendisini tanıyarak, tartışıya alarak kendisini
yenilemiş, daha üst aşamalara tırmanmıştır. Var'ı kullanmakla, korunmayla
yetinmemeliydim.
Klasik denemeye
alışmışlara, Montaigne denemesinin bize yansıyanında kalmışlara
yadırgı düşmekten çekinmeli miydim? Elbet, denemenin babası Montaigne'dir
ama onun çağıyla, o çağda işlenip geliştirilen düşüncenin biçimleyip
yön verdiği yapı ve dünyaya bakışla bizim çağımız, bizim ülkemiz,
sosyokültürel iklimimiz aynı değil ki… Montaigne, nasıl çağının,
içinde bulunduğu konum ve koşulların gereğine, açılım isterlerine
göre deneme yazdıysa; bizim de, ülkemizin sosyal yapısı, kültür
birikimi, konum ve koşullarına göre, onun izleğine -kendi sorunlarımızı
ıskalamadan- ekler yapmamız gerekmez mi? Böylesi, ulusal sorumluluğumuzun,
insanlık bilincimizin gereği değil mi? Montaigne, nasıl çağının
düşüncesini ileriye sıçratarak düşünce üretimine koşulduysa, ardıllarının
da o yolu izlemesi gerekmez mi? Onu, aynen yinelemek, ondan çalıntılarla
yetinmek, Montaigne'e karşı ayıp olmaz mı? Ayağım yerliymiş, bakış
açım bizdenmiş. Olsun! Her yazar gibi, kendimden, kendimizden başlamalı,
kendi yaramıza merhem aramaya çalışmalıydım. Deneme, yazarının kişisel
/ iç ülkesinden yola çıkan 'ben ağızlı' bir yazın türü değil mi
aslında.?
Yazmak, hele
deneme yazmak, yaşamı sarsmak, insanı uyanık tutmak eylemidir /
işçiliğidir. Öyleyse her türlü olguyu, durumu usun terazisine vuracaksınız;
sonu gelmez sorularla olanı biteni sorguya alacaksınız. Salt kendinizi
anlatmakla kalmayacaksınız. Ötekinin gözüne, biraz cam tozu atacaksınız,
uyanacak, tepkilenecek, yeni duruşlara geçerek, zorlayacak olduğu
yeri, ötesine. Öyleyse deneme bilinç potasında, yeni maya ve bileşke
oluşturma etkinliğidir, bir yönüyle.
Dedim ya, olgularımızı
didikleyerek; çizgi, ötesini yoklatma, düşünceyi ileri sektirme,
yeni düşünüş ekeneği açma Türkçe deneme örneğidir benimki.
Temmuz 2010
Yazarın Önceki
Yazıları:
Yiğit, Sert ve Dik Adam mıyım?
Soyadı Sahtekârıyım
SÖZ VE İNSAN / (Sözüne bak, insanını tanı)
Sözcük Seçimine Özen
Seslendirme ve Noktalamanın Önemi
Dil Savrukluğunun Nedenleri
Dilimizde Edim ve Edicinin Özellikleri
|