|
Düşünce,
Düşünüş
(Dünü,
günü ve yarını içeren beyinsel devinim)
Önceden
oluşturulmuş, hazır bulduğunuz düşünce, sizden önceki akıl yürütmenin,
düşünüş yolunun ulaştığı bir sonuçtur. Ta başına dönmekten kurtarır
insanı. Hazır çıkış noktasını gösterir size. Önceden üretilmiş düşünceleri
bilmek, bir varsıllığı yakalamaktır. Yönünüzü gösteren kılavuz elinizdedir
artık. Edinilmiş düşünceler, öncesini deşelemiş soruların yanıtıdır.
Hesabın toplam hanesine kaydedilmiştir.
Ama yeni hesapları
nasıl yapacaksın sorusu çıkar karşınıza. İşte burada düşünce, düşünüş,
kabul görmüş düşünceleri kullanmak üçlemine takılır kalırsınız.
İrdeleyici düşünüş dizgesi kazanamamışsanız, çıkamazsınız, bu cangıldan.
Düşünceyle düşünüş
birbirinin tıpkısı mıdır? Kabul edilmiş düşünceler, tek başına,
önümüzü açmaya yeter mi, her zaman? Elde edilmiş düşünce, irdelenerek
edinilmiş birikimlerin vargısıdır. Ona, saptanmışlığından ötürü
durağanlık sinmiştir, gizliden. Düşüncelerin dişi olduğunu bilmek
gerek. Milyarlarca tohum bekler dölyatağında. Mevcut düşünceyi düşünüşle
aşılamak gerekir. Ama nasıl? O düşünüş var ya kıvrak, devingen,
sürekli vals yapan, işte onu, düşünceyle başgöz edeceksiniz, sonra
düşünceyi doğumevine alacaksınız; bakın ne altın çocuklar doğacak,
kaç yeni kapı açacak size, bu tatlı yaramazlar...
Düşünmek, düşünceden
yeni düşünce üretmektir.
SÖZ
(Düşünüş tartısı)
Halk arasında bir söz vardır: "Güzele göz ağrısı bile
yakışır." Güzele hayranlıkla, belki de sevdiğinin her
halini hoş görme duygusuyla öyle demiştir halk. Konu ciddileşti
mi ya da yazınsal metin söz konusu oldu mu, sevda ilişkisindeki
hoşgörüsünü yitirir bu sözce. Sallapati konuşup tepki alınca
"Söz maksadını (amacını) aştı." diye sudan nedenlere
sığınan ağzı gümrüksüzler vardır ya, onlarınkine benzer, o halk
deyişi. Sözü çekip çeviremeyenlerin, ne demek istediğini ipucuyla
çıkarırız konuşmalarda. Onlar yazar değil, sözü tartmadan konuşur,
dili sürçmüştür diye bağışlar geçeriz, günlük yaşamda.
Sözü tartmamak,
yazılı anlatıma yakışır mı? Yazı, anlatım; mantıksal, dilsel uyum
ister, sıkıdüzen gerektirir. Boşluk götürmez; kuralını, kurgusunu
bozdunuz mu, iletisi sakatlanır: Güzele göz ağrısı bile yakışır,
söz maksadını aştı diyenlere benzersiniz. Hatta onlardan daha kötü
duruma düşersiniz. Onlar "Lütfen bağışlayınız."
diyerek yanlışını düzeltme olanağına sahiptir. Yazıya dökülmüş,
yayımlanmış söz kayda geçmiştir, kamu önündedir, geri çeviremezsiniz.
Günahı da sevabı da yazanın üstünedir. Yazılı kanıtı da vardır.
Yargılanmaktan kurtulamazsınız.
Diyeceğinizi,
doğru diyeceksiniz. Ne dediğiniz anlaşılacak. O da yetmez, öylesi
bürokrat dilidir. Neyi anlatıyorsanız, doğru anlatacaksanız. O da
yetmez yazara. Mühendis dili gerekir, ayrıntıya özen için. Niçin
mühendis dili diyorum? Mühendislik geometriye dayalıdır. Geometride,
bir açıyı, milyarda bir saptırdınız mı, doğruyu yakalayamazsınız.
Söz kurgunuzun dilsel, anlamsal ve mantıksal hiçbir eksikliği olmayacak.
Yazın dili, söz mimarlığıdır. Mimar, kusursuz bir yapı için, nasıl
hiçbir ayrıntıyı, oranı kaçırmamak zorundaysa, siz de sözün kurgusuna,
kuralına, yazım kurallarına özen göstereceksiniz.
Kuralı, yöntemi
diyorum ya, onun törensel giysisinden, talimli adımlarından da kurtaracaksınız
sözü. Sözün kuralı, sırası içinde verilmesi, mantıksal, dilsel doğruluğu
da yetmez. Sözcüğü, hangi konuma, nasıl, niçin yerleştirdiğiniz¸
neye, nereden bakıp nasıl dillendirdiğiniz önemli.
Sözün çıplak
doğruluğu da yetmiyor yazınsal anlatıma. Şöyle söyleyelim; bir ağaç
resmi / fotoğrafı görür, hoşlanır, uzun uzun bakarsınız. Her bakışınızda
aynı duyguyu yeniden daha boyutlandırarak yaşarsınız. Dünyada hesap
makinelerini çatlatacak sayıda ağaç vardır. Onlardan herhangi birinin
fotoğrafı / resmi, sizin, böylesine ilginizi çekmiyor, beğeninizi
almıyor da neden bunda eskimez bir güzellik buluyorsunuz? O resmi
yapan, fotoğrafı çeken, o ağacın konumunu, özelliğini yakalamıştır,
bakış açısını ayarlamayı becermiştir de, o ağaca 'biriciklik'
özelliği kazandırmıştır. Fotoğraf çeken herkesin, fotoğraf sanatçısı,
eli kalem tutan herkesin yazar, şair olamayışının püf noktası orada
işte!
Bilim, sanat
gibi, yazınsal da ayrıntılarına özen ister. Her sözcüğün, her ayrıntının
yerli yerine, sökülmeyecek biçimde yerleştirilmesinden alır doku
sağlamlığını, güzelle, doğruyla eksiksiz bütünleşmesini. Kalkıştan
önce, uçağın bakımını yapan teknisyen, işleyişi sağlayan donanımda,
saç telinden ince, iki kablonun bağlantısını savsaklarsa, sonucun
ne olacağını düşünür müsünüz? Ayrıntıya özenden yoksunluk, teknik
işleyişte nasıl yıkıma (felâkete) neden oluyorsa, aynısı anlatım
için de geçerlidir. O önemsiz gibi görünen ayrıntıların sıkıdüzen
içinde kuralına, gereğine uygun örgüsüdür anlatım.
SÖZCÜK
(Beyninizin, düşüncemizin dışa vurumu )
Beyninizin, düşüncenizin çapı, dilinizin çapı kadardır. Bir sözlükteki
sözcüklerin anlamlarını, aşağı yukarı sökebilirim de, anlamaya,
anlatmaya gelince, iş değişir: Konuşurken, yazarken kaç sözcüğü
yerli yerinde, doğru kullanabiliyorsam, yazma, anlatma başarım,
oraya değin. Ya ötesi? Şaşalarım, duraksarım.
Düşünceniz,
birikiminiz, tasarılarınız vardır, onları nasıl kurgulayacaksınız,
yazıyı neyle oluşturacaksınız? Yazının (kompozisyonun) ilk aracı
sözcük. Sözcüklerle kurabilirsiniz anlatı yapısını. Kendinizi yazı
ustası sanırsınız; ustalık, işinizi uzlukla becerebilmektir. Kuracağınız
yapıya uygun araçlarınız (sözcükleriniz) yoksa, beceremezsiniz işinizi.
Yazmaya ara
verip, konunun temel kavramlarının, kiminde bir tümcede geçecek
sözcüklerin anlamlarını bağdaşıklarıyla, sayfalarca, kâğıda döktüğüm
olur. Onların hepsini, yazıda kullanırsam, bulduklarımı ayıklamadan
yazıya aktarırsam, anlatının karnı şişer; dış/boş gebelikle sakatlanır,
doğum yapamaz, doğursa da özürlüdür yazı.
Kâğıda döktüğüm,
anlam çalışmasından ne oranda yazıda kullanırım? Kiminde hiç!
Bir sözcüğün,
bir kavramın açıklamalarını çeşitli anlamlarıyla yazarak gözümün
önüne döküşüm, boşuna emek mi? Yoo! Tam aksine: Sözlüğe bakmışım;
gözümle somutlamışım kâğıda geçirmişim; elim işlemiş; üzerinde düşünmüşüm;
beynim irdelemiş: Algılayış alanım genişlemiş. Düşünüşe boyut kazanmaktır
bu!
Bir sözcük ya
da kavram için, başladığınız çalışma, ilerledikçe onlarca, yüzlerce
anlam açıklaması kâğıda dökülür; bakarsınız ki o sözcükten, ilgisi
nedeniyle ötekine, bunların değişik anlamlarına, kullanım içinde
beklenmedik anlam yüklenişlere ulaşmışsınız; başta tek olan anlam,
düşünüş simgesi; çeşitlenerek, çoğalarak bir anlam, düşünüş yaylasına
dönüşmüş, anlayış, kavrayış çevreniniz genişlemiştir. Elinizdekiler,
o yazıda işinize yaramasın, gelecek yazı ve dil ürünleriniz için
ön hazırlıktır, gelecek için bir gömüdür.
Mermerden bir
anıt yapı kuran usta gibi, sözcüğü anlatının yapı taşı olarak kullanırken;
sözcüklerin kavram birimi; tümcelerin yargı birimi; bölümcelerin
(paragraf) düşünce birimi olduğu bilincine ulaşırsınız. Sözcükleri,
yerli yerinde bir diziye koyarak tümceler kurar; tümceleri anlamsal,
dilsel ve mantıksal kurgular, tümcelerin bağıntısıyla bölümceleri
oluşturur; bölümceleri, bakış açınıza ve vereceğiniz iletiye göre
örgüleyerek yazıya (kompozisyona) bütünlük ve tutarlılık kazandırabilirsiniz.
Bu işlemde başvuru
kaynaklardan birisi, genel ve alan sözlükleridir.
SÖZLÜK
(Dil, düşünüş sergeni )
İyi bir sözlük okuruyum. Sözlük okumak, düşünüş yaylasında, yararlı
/ zevkli bir geziye çıkmaktır benim için. Sözvarlığımın boyutunu
denetlemedir.
Sözcükleri, madde madde okuyup geçmem. Kavramlar birbiriyle bağıntılıdır:
Kiminde karşıtlarıyla, kiminde içerdiği öteki kavramlarla açıklanır,
madde başı sözcüklerin anlamı. Yalnızca orada kalır, kavramların
ilintilerine, ilişkilerine bakmazsak, tek bir kavrama çakılır kalırız.
Düşünme, yazma kekemesi oluruz.
(Yukarıda
değinilmesine karşın, daha somutlaştırma için yenileyelim.)
Diyelim ki düşünmek maddesini okuyorum sözlükte. Önce anlam açıklamalarını
sırasıyla kâğıda dökerim: 1. Bir sonuca, bir karara varmak amacıyla
bilgileri inceleme, karşılaştırma ve aralarındaki ilgilerden yararlanarak
düşünce üretmek, zihinsel yetiler oluşturmak, muhakeme etme. 2.
(Bir şeyi, bir kimseyi) aklından geçirmek, göz önüne getirmek, zihninde,
hayalinde canlandırmak. 3. Zihniyle arayıp bulmak. 4. Bir kimseye,
bir şeye karşı ilgili ve titiz davranmak. 5. Akıl yürütmek, ne olabileceğini
önceden kestirmek. 6. Öneriyi, durumu, bir şeyi inceleyerek oluşturmak.
7. Bir şey yapmaya niyet etmek, tasarlamak. 8. Tasalanmak, kaygılanmak.
9. Bir şeyin öyle olduğunu sanmak. 10. Bir dille düşünmek, o dilin
sözcüklerini, deyimlerini kullanarak akıl yürütmek. 11. Başka bir
şey düşünmemek, yalnızca onunla ilgilenmek.
Sözcüklerin,
sözlükteki anlamlarını kâğıda döktükten sonra düşünmek kavramıyla
ilintili, ilişkili maddelere (altları çizili) bakar, onları da yazıya
döker, üzerinde düşünür, yazmaya başlarım.
'Bitti' diye
bakmam, o yazıya. Unutulacak bir süre dinlendiririm. Başkasının
yazısıymışçasına, insafsızca gözden geçiririm. Sözcükleri yerinde
ve doğru kullanmış mıyım diye yazıyı ve kendimi denetlerim.
Sözlükler, ana
kaynaklarımdandır da, çok mu bağlıyım onlara? Sözlükçü, sözcüğün
anlamını yaratmaz. Kullanıma göre açıklar sözcüğün anlamını. Kullanımda
genel kabul görmüş anlam ve tanımları sözlüğe geçirir. Sözlükçü,
kullanımın arkasından gider.
İnsan, yeni
durumlar, gerekler, gereksinimler karşısında nasıl yeni tavır, tutum
takınır, nasıl edimini, tutumunu gereksinimlere göre ayarlarsa;
insan beyninin, düşünüşünün dışa vurumu, iletiye ağımı olan söz
de insan gibi değişen, dönüşen bir canlıdır: Değişerek, dönüşerek
dirimini sürdürür, canlılığına açılım kazandırır.
Sözlükler, doğası
gereği duruktur. Sözlük anlamıyla yetinirseniz, düşünüşünüz duruk
kalır. Dil insan gibi, duruma göre değişen, yeni durumlara uyarlanan
bir canlılıktır. Dilin, yaşam içindeki canlılığını yakalamak gerekir.
Yazar, şair, düşünür vb.leri, hatta halk sözcüklere yeni anlamlar
yükler. Sözcükler, kullanımda, umulmadık yeni anlam kazanır. Çağıncıl
yazın, düşün ve sanatı izlemezseniz, dilin ve düşünüşün canlılığını
yakalayamazsınız. Sözlüklerin, eski, ölü sözcükleri de içerdiğini
unutmayınız! Eski sözcükle kurulan konuşma ve yazı eski kafalı;
ölü sözcükle kurulan konuşma ve yazı durağandır; ya müzeliktir ya
ölü ağıdıdır.
KİTAP
(Beyin azığı, insanı tanıma atlası)
Söz, yazıyla ete kemiğe bürünüyor, gücünü kazanıyor. Denetlenerek,
damıtılarak kitaplaştırılınca erdemine kavuşuyor, insanlığın kılavuzu
oluyor: İnsanın beynini ışıtıyor, yolunu aydınlatıyor.
Aklın, sorgulamanın,
irdelemenin önünü kesen, yoruma ve üretime kapalı, buyurgan kitaplar
değil, dediğimiz. Kitap dediğin dişi olmalı, kestirmecilikten uzak,
yeni düşüncelerin tohumu bulunmalı toprağında. Kitap, kitabı doğurmuyorsa,
zihninize açılımlar getirmiyorsa; insanı belli bir görüşe tıkıyorsa,
insanlığın yıkımı orada başlıyor: Kitap önünüzü aydınlatan ışık
olacak, sizi değiştirip dönüştürecek, daha üst kimliğe taşıyacak
yerde; belli bir görüşe çakılıp kalmışsa, kara bir örtü olup kapanıyor
üstünüze. Özellikle de inakçı kitaplar!
Onu bürünenlerin
gözü, kamaşıyor ışıktan, başlıyorlar aydınlığa saldırmaya. Çağdışı
kafaların elinde, böylesine ters bir işlev yükleniyor kitaplar.
Dölsüz, düşsüz kafayla algılanan kitaplar, hele de inakçı düşünüşle
yazılan / kavranan kitaplar, durağanlığın granitle örülmüş kalesi
oluyor, geçemiyorsunuz.
Her iyi kitap,
bir düş döşeği, düşünce odağıdır, irdeleyici soruların yanıtıdır
(toplamıdır). Onlarla insanın, öteki insan yanındaki varlığını,
saygınlığını kabul eden anlayışa varamamışsanız, yüreğiniz incelmemişse,
zihin çapınız genişlememişse; başkasının acısını, sevincini kendinizde
yaşayamıyorsanız, aydınlığı seçebilir misisiniz? Başkalarının da
sizin kadar yaşam ve mutluluk hakkı bulunduğunu kabul edebilir misiniz?
İnsanı, içinden yontan, incelten kitaba değmemişse eliniz; dünyanın
en varsıl madenlerinin üstünde oturun, en verimli topraklarında
yaşayın, en ileri teknolojiye sahip olun, en iyi yönetim düzenini
uygulayın boşuna!
Aralık 2010
Yazarın Önceki
Yazıları:
Düşünmek
Türkçe Denemeye Katkı
Yiğit, Sert ve Dik Adam mıyım?
Soyadı Sahtekârıyım
SÖZ VE İNSAN / (Sözüne bak, insanını tanı)
Sözcük Seçimine Özen
Seslendirme ve Noktalamanın Önemi
Dil Savrukluğunun Nedenleri
Dilimizde Edim ve Edicinin Özellikleri
|