Ayşenil Suadiyeli ATAOĞUL
Ayın Konuğu


Halil İbrahim Gürbüz:
"Zekât, bu ülkede herkes tarafından gerektiği gibi uygulansa, üç yıl içinde bu ülkede zekât verecek insan bulamazsınız..."

Diş Hekimi Halil İbrahim Gürbüz. Fotoğraf: Ayşenil Ataoğul.

Demokratik sistem deyince, özetle, herkesin sesini duyurması, yani çok partili sistem akla gelir. Çok parti demokrasinin gereğidir. Peki, Türkiye'deki siyasi parti sayısını biliyor musunuz değerli okuyucularımız? Ülkemizde tam 61 siyasi parti var. Bu sayımızda, köşemize ülkemizin 53. siyasi partisi olan MHHP (Müdafaai Hukuk Hareketi Partisi)'nin Genel Başkan Yardımcısı, Diş Hekimi Halil İbrahim Gürbüz'ü konuk ettik. Kendisi seçilemeyeceklerinden emin oldukları halde bu partiyi neden kurduklarını bize içtenlikle anlattı ...

- Söyleşimize klasik cümlemizle başlıyoruz, bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
- 1942 yılında Giresun'un Akçama Köyünde doğdum. 8 çocuklu bir ailenin yedinci çocuğuyum. İlkokul 3. sınıfta tembellikten sınıfta kaldım ve ondan sonra başarısızlığın ne olduğunu anladım. Çok çalıştım ve hep ortanın üstünde başarılı oldum. Giresun Lisesi'ne girdiğimde ilk Almanca sınıfı başlıyordu, orada 38 kişiydik, 25 kişi bitirdik. Lise sona ise 5 kişi kaldık; bu 5 kişiden Haziran'da mezun olan bir tek bendim.

- Sonra üniversiteye İstanbul'a mı gittiniz?
- Evet, 1961 senesinde üniversiteye başladım. Orman Fakültesi'ni kazandım, bir sene gittim, sonra değiştirdim. İdealim hukuk okumaktı. Hukuk Fakültesi'ni ikinci yıl kazanabildim. Bir yıl orada okudum. Ailem benim diş hekimi olmamı istiyordu. Beni çok zorladılar ve ben o yıl açılan Özel Diş Hekimliği'ne girdim. Bir yıl orada okudum, sınıfımı geçtim ancak okul ücreti yıllık 1800 liraydı. Ailemin bu ücreti ödemesi benim ağırıma gidiyordu. Ağabeyim diş hekimiydi; o da katkıda bulunuyordu ama, yine de zordu. Tekrar sınava girdim ve İstanbul Üniversitesi Çapa Diş Hekimliği'ni kazandım. 4 sene sonra mezun oldum ve askere gittim. Kurada İstanbul'u çektim ve tekrar buraya döndüm.

- Ve evlendiniz...
- Hayır sekiz sene evlenmedim. İşleri yoluna koymam gerekiyordu. Çünkü bizi bu duruma getiren ailemizdi, onlara destek olmam gerekiyordu. Eğer okulu bitirince evlenmiş olsaydım ailemi İstanbul'a getirmem imkânsız olurdu...

- Sekiz yıl sonra evlendiniz...
- Evet ve çocuklarımız oldu. Bir kızım ve ikiz oğullarım var. Kızım Çevre Mühendisidir. Oğullarımdan biri Bilgisayar Mühendisi, diğeri de İşletme mezunudur. Kızım yabancı bir firmanın üst düzey yetkilisidir. Oğullarımdan biri askerdir, diğeri ise Şişe Cam'da çalışmaktadır. Tıp doktoru olan eşim ve ben emekli olmamıza rağmen halen çalışıyoruz. 40 senedir Cumhuriyet Gazetesi okuyorum, Türkiye'nin geleceğini Batı ekseninde değil, Rusya, Çin ve Avrasya ekseninde görüyorum. O yüzden de bulunduğum parti MHHP yani Müdafaa-i Hukuk Hareketi Partisi'dir. Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılaplarına (devrimlerine) bağlı, bölünmez bir bütünlüğü savunduğu için bu partiye kurucu üye olarak iştirak ettim. Halen Genel Başkan Yardımcısıyım.

- Bu parti ne zaman kuruldu?
- 24 Nisan 2006'da; bu Temmuz ayında ilk Kurultayı yaptık. Bugünkü seçim ve siyasi partiler kanunu ile Türkiye'de demokratik hayatın işlerliğinin olabileceğine, halkın iradesinin hakkıyla temsil edilebileceğine inanmıyoruz. Bu yüzden Seçim ve Siyasi Partiler Kanunu'nun değişmesini istiyoruz. Bunun en iyi örneği de Baykal gibi birisinin bir partiyi ele geçirince, yani Atatürk'ün partisi olan CHP'yi ne hale getirdiğidir. Bu da demek oluyor ki, bu ülkede halkın iradesi bu sistemlerle temsil edilmiyor. Bugün ABD ve Avrupa ülkelerinde uygulanan seçim sistemi bu değildir. ABD'de biliyorsunuz ikili sistemdir, yani iki turludur. Bizde uygulamaları yerine getirecek bir kanununun düzenlemesi, global yani küresel sermayenin işine gelmediği için böyle bir düzenlemeye gidilmemektedir. Dünya küresel sermayesinin hazırladığı, toplum mühendisliğinin yönlendirdiği medya ve reklam programları sistemiyle bu ülkede bir tür şekli demokratik uygulamalar oluyor. 1947 Marshall Programı'yla başlayan ve sonraki anlaşmalarla da devam eden süreçten beri, bu ülkede demokratik sistem, benim düşünceme göre şekli demokrasidir. Yani bir liste hazırlanır ve genel başkan o listeden istediğini seçer, istediğini çizer eder ve o liste tasdik edilir. Bu padişahlık sisteminin bir devamıdır. Ve bizim halkımız da başımızdakileri biz seçtik diye düşünür.

- Siz, anladığım kadarıyla seçim sisteminin değişmesini istiyorsunuz, başta seçilebilmek için değil mi?
- Evet.

- Yani bugünkü seçim sistemiyle seçilmenizin mümkün olmadığını düşünüyorsunuz...
- Evet.

"Hiçbir demokratik düzen kendisini yıkacak sisteme zemin hazırlamaz."

- Peki neden kurdunuz bu partiyi o zaman?
- Demokratik hayatın işlerliğini sağlamak için tabi. Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu'nun değiştirilmesi için, Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a, siyasi parti başkanlarına ve Meclis Başkanı'na verilmiş dilekçelerimiz vardır. Türkiye'de seçim sisteminin asli demokrasinin kendi kurallarına uygun olarak hazırlanmasını ve milletin buna göre kendi iradesini orada temsil etmesini istiyoruz. Dağdaki çobanın da, sanayicinin de mecliste olmasını istiyoruz. Ayrıca aydının, fikir adamının, gazetecinin de mecliste olmasını istiyoruz. Bugünkü şartlarda bu mümkün değildir.

- Peki partinizin kuruluş amacı nedir?

- Partimizin ana prensibi şudur: Bağımsızlık, egemenlik, yoksulluk ve cehaletle mücadele. Bunu düzenleyecek bir sistemi, bir meclisi ortaya getirmek istiyoruz. Benim bir sloganım var, bunu 'T-shirt'lere (T-gömlek) de yazdırdım: "Düşüm, yani rüyam, bağımsızlık, egemenlik, varsıl, yani zengin ve çağdaş insan, düşün Türkiyem!" Bunu derken hem düşünmekten "Düşün Türkiyem!" diyorum, hem de "Türkiyem senin de rüyan budur" diyorum. Biz bu rüyayı gerçekleştirmek için bir araya geldik.

- Partinizin kaç üyesi var?
- Türkiye genelinde bilemiyorum, zaten sayısal etkinliklerin önemi yoktur. Fahrettin Kerim Gökay 1950 seçimlerinde İsmet Paşa'yı mitinge çağırıyor ve "İşte İstanbul Paşam, işte Türkiye" diyor ama, 150 milletvekili çıkarttı. 1954'te ise bu sayı 30'a indi. O yüzden sayısal etkinlikler önemli değildir. Biz öyle rast gele adama çağrı götürmüyoruz. Bizim partimize üye olması için seçeceğimiz kişilerin Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı öncesindeki Sevr Anlaşması durumundaki Osmanlı'nın Müdafaa-i Hukuk hareketlerinin kuruluş durumuna yol açan, o zor durumun idrakinde olan kişiler olmaları gerekiyor. Ben bugün bu ülkenin 1919'daki durumda olduğunu düşünüyorum ve Batı'nın 1800'lerden beri Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı ile hep o günkü egemen ülkelere ortam hazırlamak çabasında olduğunu düşünüyorum. Bugün Avrupa Birliği'nin kendi çıkarları doğrultusundaki yaptırım ve zorlamaları yine global yani küresel sermayenin hizmetine sunulacak bir ülke hazırlamak içindir. Benim düşüncem, bu ülke 13 milyonken 300 milyon nüfusu yönetmiş bir imparatorluğun devamıdır ve aynı potansiyele sahiptir. Batı, yani Avrupa Birliği, yani dünya küresel sermayesi bunu kabul etmek zorundadır.

- Yani biz çok mu iyi yönetmişiz o günlerde topraklarımızı?
- Bugün ABD nasıl bir emperyalist ülkeyse, o zaman biz de öyleydik.

- E.. ama o pek de özenilecek bir durum değil o zaman...
- Değil ama, ezilecek bir durum da özenilecek bir durum değildir. Bizim düşüncemiz şudur: Bir ülkede, bir ailede, bir toplumda, eğer toplumun fertleri asgari geçim standardına ulaşamamışsa, o fertlerin hiçbirinin lüksü, konforu yaşamaya hakkı yoktur. Dünya için de aynı şeyi düşünüyorum. Zaire'de yıllık 30 bin dolarlık A vitamini eksikliği yüzünden bir sürü çocuk kör oluyor, dünyayı görmüyor. Bu, düşünen insan için çok ağır bir durumdur. 30 bin doları ben kendi başıma çevremden bile toplayabilirim belki, yani bununla başa çıkabilirim. Ama nereye kadar yapabiliriz bunu? Bunların bir organizasyon şeklinde olması gerek. Bugün bu ülkede yatlarıyla, gemileriyle, yaptıklarıyla övünen insanlar var. Ben İslam'daki zekât konusunda da bir şey söylemek istiyorum. İslam'ın 5 şartından biri olan zekât, bu ülkede herkes tarafından gerektiği gibi uygulansa, yani varlığının 40'ta biri olarak düzenli verilse, üç yıl içinde bu ülkede zekât verecek insan bulamazsınız. Bu sermayenin paylaşımıdır. Ama öbür tarafta bugün sermayenin yüzde doksanı, dünya nüfusunun yüzde 10'larının elindedir. Bugün Türkiye'deki banka mevduatının yüzde doksan ikisi üç bin ailenin elindedir. Oysa Türkiye'de toplam 17-18 milyon aile var, düşünün.

- Demokrasinin işlemesinden söz edince parti kapama konusunda ne diyorsunuz?
- Hiçbir siyasi demokratik düzen kendisini yıkacak sisteme zemin hazırlamaz. Bugün biz demokrasiyi araç olarak kullanıyoruz diyorsan ve gelecekte bazı kişilerin çığırtkanlığını yapıyorsan; bakınız bugün Ömer Beşir'in bir beyanatı var, "beni ancak şeriat mahkemeleri yargılayabilir" diyor; eğer bu düşüncedeyseniz gelecekte bugünkü çağın demokrasi sistemini uygulayacak ortamı yok edersiniz. Mahkemelerin kararları tartışılamaz elbet ama şu var, 11 üyeli bir Anayasa Mahkemesi'nde tüm üyelerin laikliğe karşıdır dediği bir şeyde bir tek Başkanın reddetmesiyle varılan sonuç nedir? Bu düşünülebilir.

- Ancak bu parti belli bir kesimin oyunu alarak geldi iktidara, bunu da kabul etmek lazım.
- Evet işte bu da demek oluyor ki, baştan beri söylediğimiz gibi, şu anki seçim kanunu ve siyasi partiler kanunu yüzünden bu düzenin dışına çıkılamıyor. Sistem budur, takıldığım nokta da şudur, bugün Ermeni Soykırım yasasını kabul eden ne kadar ülke varsa hepsi bu partiyi tutuyor, Rum Devleti, efendim Barzani'si, Talabani'si hepsi bu partiyi tutuyor, bu parti yüzde 47 oy aldı, basının ve televizyonun da bunda büyük etkisi vardır. Halk da, ya gerçekleri bize göre görmüyor ya da... Sartre'ın bir sözü var; diyor ki, "normal durumda olmayan, başarılı olamayan kişilerin geçmişine bakarsanız, günlük başarıları, gelecekteki başarılardan daha üstün tutmuşlardır, işte böyle toplumlar da geri kalmışlığa mahkum toplumlardır." Bizim toplumumuzda da çaba göstermeden, bir emek vermeden elde edilecek demokratik sistem budur. Türkiye'nin geldiği nokta budur. Bugün Türkiye'nin ekonomik olarak devamlı tükürdüğünü görüyoruz. Batı sermayeleri şekerin tonunu 200 dolara elde ederken bizde bu 600 dolara mal oluyor. Bunun için de diyorlar ki şeker pancarı tarlalarını kaldırın, biz size şekeri 200 dolara verelim. Peki 200 dolara vereceğiniz bu şekeri biz nereden para kazanıp da alacağız? Ama 600 dolara üreten bizler bunu kendi uğraşımızla, emeğimizle hallediyoruz. 200 doları onlara ancak o tarlaları satarak ödeyebiliriz. Peki ya sonra ne olacak? Nereleri satacağız? Adana'da 80'lerde pamuk üretimi 1 milyon ton idi, şu anda da 700 bin tona inmiştir. Oysa ki bugünkü ihtiyaç 1,5 milyon tondur. Batı, elimizdeki pamuk stokları için "siz pahalıya üretiyorsunuz, biz size daha ucuza verelim' diyor. Ama ne oluyor? Hem onlara mahkum oluyorsunuz, hem siz üretmediğiniz için, tekelleşmiş, yani bir tek ürüne bağlanmış olduğunuz için onlara mahkum oluyorsunuz. 1980 yıllarında Batman'da mercimek ihracatı için Arap ülkeleri sıraya girmişti. Ama bugün elimizdeki fazla mercimek yok ediliyor. Benim anlamadığım bir şey daha var. Bu benim meselem, benim memleketim Giresun fındık üreticisi, orada üretici 7,5 liraya fındık sattı, sonra fındık 2,5 liraya düştü. Düşünün ne kadar düşük bir fiyat bu. Ama AKP Ordu'da yüzde 55, Giresun'da yüzde 52 oy aldı. Bunu halk nasıl değerlendiriyor? Bunu da anlamış değilim. Ucu kendilerine dokunuyor.

- Peki sizin öneriniz nedir?
- Üretim ve tüketim dengesinin kurulması lazım. Üretmeyenin tüketmeye hakkı yoktur. Bugün tüketim toplumu haline gelmiş olan bu toplumu üretim toplumu haline getirmek lazım ve de tasarrufu öğretmek lazım. Tamamen medyaya bağlı olarak, reklam programlarıyla tüketime yöneltilen toplum için üretime dönük çıkar yolları aramak lazım. Her toplumun kendi üreteceği ya da yapabileceği bir şey vardır. Bizim parti olarak düşüncemiz sanayi ile beraber tarım politikasının da ona paralel olarak devamıdır. Bugün tarım da, hayvancılık da bitmiştir. Üç tarafı denizlerle çevrili bu ülkede bugün deniz yollarıyla ilgili olarak hiçbir şey yoktur. Oysa deniz nakliyatıyla ve balıkçılıkla ilgili programlar hazırlamak lazımdır. Hayvancılığı, tarımı, balıkçılığı üretime dönük hale getirmek lazımdır. Sanayiye gelince, bugün Türkiye'de kurulan sanayi bir bakıma dünya küresel sermayesine entegre olarak kurulmuştur. İş imkânları sağlayan bir sektördür ama, özelleştirmeyle birlikte ülkede istihdam yaratmayan bu yabancı sermaye durumlarının ortadan kalkması gerekiyor. Ekonomik olarak dışa bağımlılıktan kurtulmamız gerekiyor. Borçlu olan kişi daima alacaklıya gebedir. Onun istediği şekilde yaşamak zorundadır. Bu durumdan kurtulmak gerekiyor. Bugün Türkiye'nin ekonomik olarak düştüğü durum, bu ülkenin yöneticilerinin bugüne kadar ülkeyi iyi yönetmemelerinden ve dış özel sermayenin emriyle hareket etmelerinden kaynaklanmaktadır.

- Sizce birey olarak ne yapabiliriz?
- Birey olarak önce üretmeli, ondan sonra tüketmeliyiz.

- Bir de ürettiğimizi tüketmeliyiz galiba....
- Evet. Bilmem nerenin, bilmem ne modasına uymaya çabalamanın gereği yoktur. Hanımlar için de bir şey söylüyorum. Hanımlar bir davete, düğüne giderken, "efendim, ben bu kıyafeti daha önce giymiştim, görüldü, bana yeni bir şey lazım" diyorlar. Sanki milletin işi gücü yok, onun elbisesinin notunu aldı.

- Kabak yine biz kadınların başına patladı galiba. Oysa sizin sözünü ettiğiniz "kötü yöneten" yöneticilerin yüzde 98'i erkek....
- Evet siz de haklısınız... Neyse uzatmayayım; üretim ve tüketim dengesini sağlamak ve üretime yönelik eğitim verilmesi gerekiyor ki, eskilerin hedefi buydu. 1970'lerde benim hocam Mustafa Coşkunoğlu vardı, Halk Eğitim Dairesi Başkanıydı. Kendisi, halkın eğitimi için bir program hazırlıyor ki, bu eğitim enstitülerinin devamı şeklinde bir şeydi. Ve bunu devrin Başbakanına sunuyor. Aldığı cevap şu: "Bu programı düzenleyerek ancak 90 sene sonra uygulayabilirsiniz. Beni iktidara getiren güçler bu ülkenin aydınlanmasına rağbet etmiyor." Bunu söylüyor. Hiç olmazsa söyleyebiliyordu ve bu büyüğümüzün yedi gidiş, sekiz gelişinde, hidroelektrik santrallerinin kurulması, çelik sanayinin kurulması gibi küresel sermayenin ülke çıkarına kullanıldığı durumlar da mevcuttu. İçinde kalmış bazı milli hisleri uygulamaya kalktığı anda da tepetaklak götürülmüştü. Yerine daha uygunu bulununcaya kadar tabi... ki, Özal bulundu.

- Çok teşekkürler, partinize uzun ömürler diliyoruz, çok partili sistem demokrasinin gereği...
- Sağolun. Biz bir şeyler yapmak gerektiğine inanıyoruz ve hiç olmazsa halka sistemin yanlışlığını bildirmek istiyoruz. Söylemek istediğimiz şudur; bu benim kişisel bir görüşümdür aynı zamanda. Türkiye'nin Batı ekseninden çıkıp Rusya, Avrasya ve Çin eksenine kayması gerekmektedir; gelecek 50 yılın gereği budur. Ancak bu durumu engellemek için doğuda Ermenistan ve Kürt devletini kurarak Türkiye'nin Orta Asya ülkeleriyle fiziki bağını ortadan kaldırmak için çabalayan bir dünya görüşü mevcuttur. Çok dikkatli olunması gerekmektedir. Teşekkürler.

Kasım 2008

Yazarın Önceki Yazıları:
Zayıflamak sorun değil, onu korumayı bilmeli!
Ressam Ali Refik Ataoğul: "Sanatçı avant-garde olmalı"
Profesyonel bir yardım toplayıcı: Eda Levi
Fethullah hareketiyle ilgili Mahçupyan:
"O ağın içinde pekişmesi sayesinde tabii ki bir siyasi güç"

Mahçupyan: "Hrant'ın ölümünü hâlâ kabullenebilmiş değilim."
"Benim planlamacıya ihtiyacım yok demeyin!"
"Çok paranız olması önemli değil, elinizdekini akıllıca değerlendirin!"
Rum Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs yurttaşlarına pasaport veriyor
Melisa, oğlu ve torununa destek için Erivan'dan geldi
İsmail Cem İpekçi: "Kültürünüzü yitirmeyin ama, yaşadığınız topluma da karışın!"