İki Kere Okunması Gereken Yazı
Sevgili okurlarım
geçen sayıdaki köşe yazımı yazamadım. Sizlere ve Bizim Anadolu'ya
özür borçluyum. Özür dilerim.
Gönüllü olarak
üstlendiğim görevimi yapamamış (aslında yapamamış değil, yapmamış)
yazımı hazırlayıp zamanında baskıya yetiştirememiştim.
Önce kendimi
şu şekilde savunabilirim diye düşündüm:
Bir kere ben
bu işi gönüllü olarak, yani karşılığını almadan yapmaktayım. Yani
aldığım bir menfaatin üzerine yatmışlık gibi bir durum yok.
İkincisi, ailemden
birisinin ciddi rahatsızlığı nedeniyle yazın hayli stresli günler
geçirmiş ve nihayet bir fırsat bulup kendisini görmek üzere bir
kaç haftalığına Türkiye'ye gitmiştim. Yani burada değildim. Kısa
da olsa bir tatil fırsatıydı sorumluluklarımdan uzak dinlenebileceğim.
İşadamı olduğum
için de gerek gitmeden önce, gerekse dönüşte doğal olarak işlerim
sıkışmış ve bırakın kendime zaman ayırmayı, işleri yetiştirmeye
zorlanmıştım. Tabii bu durum ödemeleri zamanında yapmaktan alıkoyamazdı
ve daha yoğun çalışmam gerekmişti.
Oysa sevdiklerim,
oğullarım Sarp ve Ege beni çok özlemişlerdi ve geldiğimde haklı
olarak kendileriyle kaliteli zaman geçirmem de gerekmişti.
Dönüşte evin
temizliğinden tutun da, arabanın bakıma götürülmesine, evin ödemelerinden
evdeki bazı ufak onarımlara kadar bir sürü iş beni bekliyordu.
Gönüllü olarak
yaptığım bu iş için elimden geleni tabii ki yapacaktım; ama hayatın
yüklediği asli sorumluluklarımı da savsaklayamazdım. Zaten burada
kendime ait zamandan gönüllü olarak ayırdığım süre içinde bir tür
kamu hizmeti yapıyordum.
Para almaksızın
yaptığım bu işi yapış veya yapmayış biçimimi beğenmeyen, eleştirenler
olabilirdi. Oluyordu da. Ama ya beni anlamıyorlardı ya da art niyetlidirler.
En azından ben, beni eleştirenlerin haklı olmadıklarını düşünme
hakkına sahiptim.
Biraz rahatlamıştım.
Bahanelerim mantıklı ve tutarlıydı.
Ama dedim ki
kendi kendime, "Hadi başkalarını aldatabilirsin, onlara aldırmayabilirsin,
hatta bir punduna getirip üçüncü şahıslara veya senin gibi gönülsüz
gönüllü dostlarına seni eleştirenleri de karalayabilirsin."
İyi de, kendini nasıl kandıracaksın? Sen de biliyorsun ki aslında
bu gönüllü işini sadece hayır için yapmıyorsun. Bal gibi çıkarın
var.
Bir kere manevi
haz alıyorsun. İkincisi bir makamın, bir titrin oluyor, toplumda
bir yer ediniyorsun; davetlere katılıyorsun, elinde kadehin (içinde
meyve suyu da olabilir) bu davetlerde hava da atıyorsun. Bu sayede
millete de biraz havadan bakma, gerektiğinde elindeki makamı silah
olarak kullanma gücün olduğunu bilmek de seni için için mutlu ediyor.
Öyle olmasa
zaten seni zorla tutan mı var orada, ayrılır gidersin. Yerinin boş
kalmayacağını sen de biliyorsun. İş, güç, seyahat, hastalık bahane.
Bu çağda insanlar şirketlerini dünyanın öteki ucundan bile yönetebiliyorlar;
internet var.
O halde bırak
başkalarını ve kendini aldatmayı da, ya gönüllü görevini adam gibi
yap ya da yapacak birilerine bırak.
Yapamıyorsan
ayrıl da, yapacakların önünü tıkama! Ayrılamıyorsan, seviyorsan,
o zaman hatanı kabullen, özeleştirini yap ve aksatmadan hakkını
vererek yapmaya bak!
Doğru değil
mi?
Sevgili okurlarım,
bu yazı aslında burada bitiyor. Ama düşünüyorum da, belki de bu
yazıyı bir kere daha okumalısınız.
İster ücretli,
isterse gönüllü olarak çalışanlar. Federasyonlarda, derneklerde
ve vakıfların yönetim kurullarında, festivallerde, diğer sivil toplum
etkinliklerinde gönüllü olarak o işe soyunmuş arkadaşlar; lütfen
bu yazıyı tekrar okusunlar. Yeniden okurken yapacakları iş çok basit.
Çıkarsınlar
benim adımı ve koysunlar kendi adlarını ve makamlarını.
Okusunlar bakalım
nasıl olacak.
Ben görevimi
aksattım, özür dilerim. Tekrar etmemesi için elimden geleni yapacağım,
yapamayacaksam da gideceğim.
Ya siz?
Kasım 2008
Yazarın önceki
yazıları:
Kanada Parlamentosunda İlk Türk Parlamenter
Gün Gelir
Boşuna Yazılmış Bir Yazı
Ottava Türk Festivali
Örgütlendiremediklerimizden misiniz?
Çağdaş Ağalık Sistemi
Türkiye Laiktir, Laik Kalacak
Eleştiri Delinin Düdük Çaldığı Gibi Yapılmaz!
Başım Ağrıyor
Sivrisinek Masalı
Hadi Görünelim!
|