|
Cumhuriyet'in
87. Yılında Ülkemizin Durumu
Halkoylaması öncesi olduğu gibi, sonrasında da büyük bir karmaşa,
kargaşa yaşanıyor.
'Evet'çiler
yoğun çalışmalarının buruk da olsa keyfini sürüyorlar.
'Hayır'cılar
ise, 'bu ülkede artık yaşanmaz', 'her toplum layık olduğu
yönetimle yöneltilir' gibi beylik sözlerle yılgınlığa düşmüş,
birkaç cılız ses dışında herkes kaderine razı bir görünüm sergiliyor.
'Evet'çilerin
burukluğu, bir yandan iktidar olanaklarını kullanıp sınırsız harcamalarla,
Zaman Gazetesi'nden Hüseyin Gülerce'nin itiraf ettiği üzere,
Gülen Cemaati'nin yoğun çalışmalarıyla, yandaş belediyelerin
harcamalarıyla oy satın almalarına karşın, daha yüksek bir oran
alamadıklarının burukluğu.
***
Bu ülke
bu duruma nasıl getirildi?
Bu ülkeye otuz
yıl önce bir yaşam biçimi dayatıldı. Otuz yıl önce, tüm kurumların
yapısını adım adım değiştirerek bugüne getirdiler.
Toplumsallık
yerine bireyselliği yerleştirerek, adına 'kişi özgürlüğü',
'din, inanç özgürlüğü', 'giyim-kuşam özgürlüğü' diyerek,
'etnikçilik'i kaşıyarak, toplumun çimentosu olan sınıfsal
/ ulusal dayanışmayı kırmak için her türlü oyunları oynadılar/oynuyorlar.
Tüm bu yapılanların
küresel boyutunu gözardı etmeden, ülkemizle karşılaştırmalarını
yapalım; özellikle bu 20 yıllık süre içinde nereden nereye geldiğimizi
görmeye çalışalım.
Çünkü 12
Eylül'de oylanan ve toplumumuzun gözlerine kül serpilerek, görmedikleri,
göremedikleri gerçeklere vermiş oldukları oyların sırrı tüm bu olgular
ve olayların içinde saklı.
Önce dilerseniz,
içteki (Okyanus Ötesi tarikat şeyhi de içinde olmak üzere) etekleri
zil çalanlara bakalım.
Oylamadan bir
hafta önce Arnavutköy Taşoluk Camisi'nde seçim suçu da işleyerek
İsmailağa Cemaati önderlerinden İmam Abdullah
Ustaosmanoğlu, konuşmasının içine 'Balyoz', 'Ergenekon',
'Kafes' soruşturmalarını da sokarak, '142 yıldır ellerine
ilk kez bir fırsat geçtiğini' belirtip müritlerinden halkoylamasında
'evet' vermelerini istedi.
Okyanus Ötesi'ndeki
zat ise bilindiği gibi bu halkoylamasının kendileri için ne denli
önemli olduğunu belirtmek amacıyla, "ölülerin bile kalkıp
'evet' demesi gerektiğini" dile getirdi.
Peki 142 yıl
önce ne olmuştu?
142 yıl önce
yürütme ve yargı birbirinden bir anlamda ayrılmış, bugünkü Danıştay
ve Yargıtay'ın temeli Şura-yı Devlet kurumuyla
atılmıştı.
Belli ki hâlâ
belirli çevrelerde hazmedilemeyen bu oluşumun; özellikle yargı kurumlarının
'yürütmeye geçmesiyle', 'geriye dönüşte kazanılan' önemli
bir kilometre taşıdır.
***
Dünyadaki
koşut gelişmeler
Özellikle bölgedeki
20 yıllık gelişmelere baktığımızda neler görüyoruz?:
* Sovyetlerin
çöküşü (Afganistan işgalinde oyuna gelmesiyle zaten bitmişti),
* Saddam Hüseyin'in Kuveyt'e girmesine izin verilişi, ardından Birinci
Körfez Müdahalesi, 36. paralelin kuzeyinin Irak'ın elinden alınıp
bir kukla oluşumun temellerinin atılışı.
* Balkanlar'da yaratılan kargaşada, bir süredir sendikalar ve polis
üzerinde oynanan oyunlarla, bitakım 'halkoylamalarıyla',
'etnikçilik', 'dincilik' hortlatılarak Yugoslavya'nın
çökertilmesi, bitakım küçük küçük devletler yaratılması...
* Kafkasya'daki renkli 'devrimler'...
* Ermenilerin Azeriler üzerine saldırtılması, Türkiye'ye Kafkas
sınırında da yeni bir sorun yaratılması... (Çünkü Karadeniz'e kıyısı
olan ülkeler yeni bir Batı'dan bağımsız ekonomik oluşum kurmaya
çalışıyorlardı.)
* ABD'nin uzun süredir Ortadoğu'ya bir çeki düzen vermek istediği,
ancak bölgedeki varolan yönetimlerle bu işi başaramayacağını anladığından,
kendisine bağlı yönetim arayışına girip müdahaleye devam etmesi...
***
Bunu Türkiye
bağlamında düşündüğümüz zaman; TSK'nin ulusalcı çizgiye yanaşması
'büyük efendi'yi fena biçimde kızdırmıştı. Daha Turgut
Özal zamanında Genelkurmay Başkanı Org. Necip Torumtay Kuzey
Irak'taki ABD isterlerine karşı gelip istifa etmişti...
Şimdi de Bülent
Ecevit'in başbakanlığındaki üçlü koalisyon hükümeti vardı ve
Ecevit ABD'nin Irak politikasına karşıydı; Ecevit'i
indirmek gerekiyordu.
Türk basını
da kullanılarak Ecevit yıpratıldı, ivedilikle bir bölen,
Kemal Derviş getirtilip herkesin gözü önünde hükümet bitirildi.
Ardından 1996 yılından beri hazırlanan Abdullah Gül ve
Recep Tayyip Erdoğan ikilisi 2002 güzünde Türkiye'nin yönetimine
oturtuldu.
Daha yasaklıyken
Erdoğan, Batı'nın bitakım merkezlerinde Başbakan gibi karşılandı.
Bu taşların
dizilmesinde 'demokrasi' adına CHP de büyük yardımcı
oldu; Baykal, Erdoğan'ın önünü açtı.
***
Ardından bölge
paylaşımının yeni bir perdesi açıldı, büyük yalanlarla İkinci Körfez
Savaşı başlatıldı.
Elbette ki kolay
olmuyordu; özellikle Türkiye bağlamında, işler istedikleri gibi
gitmiyordu.
3 Mart
Tezkeresi bir mucize gibi ucu ucuna ret edildi, ABD'nin
eylemli işgali son anda önlendi. Günümüz en etkili yazarlarından
Brezilya kökenli Latin Amerikalı bir yazar, Paulo Coelho, 'Türkler
emperyalist ABD'nin milyonlarını geri tepti, oyuna gelmediler' diye
yazdı.
En azından dünya
kamuoyunda Türkiye'nin namusu kurtulmuştu.
İktidar partisi
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre 'irticacı odakların merkezi'ydi,
kapatılması gerekiyordu ama; tek oyla, 'demokrasi' adına,
Batı'nın baskısıyla kapatılmaktan kurtuldu.
Körlemesine
bir 'Özelleştirme' dolu dizgin gidiyordu ama, baş
belası bir 'kamu yararı' kavramı vardı ki, haraç-mezat
sattıkları bazı kamu kuruluşları/malları Danıştay'dan, dolayısıyla
yargıdan dönüyordu...
Muhalefetin
önüne geçen halk, laik Cumhuriyet'in korumasını ele aldı, sokaklara,
alanlara çıktı.
Attila İlhan'ın
on yılladır dile getirmiş olduğu 'dip dalgası' gerçekleşiyordu...
Ama buna bir
dur demek gerekiyordu.
Bazı savlara
göre, ABD'den aralarında hukukçular da olmak üzere bitakım danışmanlar
ithal edildi ve düğmeye basıldı.
Önce bir '27
Nisan E-Muhtırası', ardından bir 'Ergenekon Terör
Örgütü' tertibi yaratıldı; muhalif gazeteciler, bilimadamları,
ulusalcı askerler, yasal olarak siyaset yapan siyasetçiler birer
ikişer zindanlara atıldı. Tertiplerin devamı gelecekti.
İşte, basın
da içinde olmak üzere tüm bu susturmalardan sonra, Anayasa değişikliği
gündeme getirilebilirdi. Kıvama gelmişti her şey.
Yalan yalan
üzerine atıldı. Daha önce halkoylamasına gitmeden Meclis'te 80'in
üzerinde maddesinin değiştirildiği 1982 Anayasası'nın ilk kez değiştirilmekte
olduğu unutkan halkıma yutturuldu.
Başka bir yutturma,
12 Eylül yönetiminden intikam alma yalanıydı. 12 Eylülcülerle kol
kola olanların, varlıklarını borçlu oldukları 12 Eylül'den intikam
aldıklarına, kendilerine biat eden bitakım solcular, liboşlar bile
inandı; 'yetmez ama evet'çilik böyle doğdu...
***
Her türlü oyunlara
karşın nasıl oldu da Hayır % 42 oldu?
Demek ki bu
ülkede uyanan, oyuna gelmeyen, yurdunu, geleceğini sağlıklı olarak
düşünenler de vardı.
Muhalefet partilerinin,
özellikle Kılıçdaroğlu'yla yakalanan rüzgârla CHP'nin çabalarını
gözardı etmemek gerekiyor. Bu sonucun alınmasında kesinlikle büyük
katkıları vardır.
Ancak oylamanın
hemen öncesinde (ben orada bir oyun olduğuna inanıyorum) Kılıçdaroğlu'nun
oy veremeyeceğinin gündeme düşmesi, sokaktaki adamda büyük bir düş
kırıklığı yaşatmıştır. 'Herkese bir oyun bile önemli olduğunu
bangır bangır bağırıp alanlarda anlat, ama gidip sen oy verememe!...'
'Olacak
şey değildir...' Basittir, ama çok önemlidir seçmen önünde.
CHP örgütü bu
konuda iyi bir sınav vermemiştir.
Ancak oylama
öncesi ve sonrası Kılıçdaroğlu'nun bazı söylemleri de kamuoyunu
derinden yaralamaktadır.
Hiç ortada yokken
'türban sorunu'nu gündeme getirmesi, 'laiklik
tehlikede değil' söylemleri kamuoyunda 'CHP'ye yine
güvenemeyecek miyiz' kaygılarını ateşledi.
***
Benim bir dostum
var. Eğitimci, yazar bir arkadaşımdır. Yaklaşık 40 yıldır yurttan
uzakta, ama yurt onun gönlünde, burnunda tüten bir özlem olarak
yer alır...
Zaman zaman
ülkedeki gelişmeleri birlikte tartışır, ben olumsuzlukları dile
getirdiğimde, 'bunlar ilerlemenin, demokratikleşmenin sancıları'
diyerek hep iyimserliğini belirtir.
Son zamanlarda
Türkiye gündemiyle daha yakından ilgilenmeye başladığını seziyorum.
Özellikle
'sınır boylarını korumak için yeni bir ordu kurulması' ve
polise 'ağır askeri silah alma yetkisinin verilmesi' konusunu
duyduğundan beri düşüncesi önemli biçimde değişime uğradı.
'Bu, ileride
iç savaşa gidecek, Türkiye'nin bölünmesine varacak çok kötü bir
gelişme' diyerek kaygılarını belirtiyor sık sık.
Haksız mı dersiniz?
***
Ben yine de
yarınlardan umutluyum.
Umutlu derken
pembe bir dünya çizmiyorum.
Mücadele şimdi
daha yoğun bir biçimde başlıyor.
Çevremizi, en
yakınımızı uyandırıp sağlıklı örgütlenmeye, demokratik haklarımızı
korumaya bakmalıyız.
Türkiye'nin
geleceği gençlerin elinde....
Ben onlara güveniyorum.
Yeter ki önlerinde yürekli ve oyuna gelmeyen, onları sağlıklı bir
biçimde yönlendirecek önderleri olsun....
Kanada'daki
toplumumuzu da yurttan ayrık tutamayız. Orası hapşırsa, biz burada
nezle, grip olup yataklara düşüyoruz.
Dingin, dirençli
uyanık olmalıyız.
Laik, Cumhuriyetimizin
87. yılı kutlu olsun!
Ömer F. Özen
Ekim 2010
Önceki Yorumlar
Türkiye Aydınlanma Çınarını Yitirdi
Cumhuriyetimiz 86 Yaşında
Ağustos 2009 - Araba Devrilmeden
Ocak 2009 - Onbeşinci Yılımızda Okurlarla
Ekim 2008 - Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin 85
Yılı
Nisan 2008 - Nefrete Göz Yumma Kanada'nın
Politikası mı Oluyor?
Şubat 2007 - Nefret Yerine Anlayış ve Hoşgörü
Nisan 2003 - İşgalci ve Emperyalist Amerika
Dünyaya Savaş Açtı
Mart 2003 - Türkiye İşgal Altında!
Aralık 2002 - Ulusal Onuru Yitirdik mi?
Kasım 2002 - Gün Uyanık Olma Günüdür!
|