Osman BOLULU
Ana Sütüm Benim: Türkçe


İnsana değgin
KAVRAMLAR ÜSTÜNE

Özne
(Sezgisi, düş gücü olan, dış dünyaya karşı olan insandır.)

Dış dünyaya karşı olan insan, kendisinden güçlü olan doğayı kendisine göre yeniden biçimlendirirken, bir yandan da içinde bulunduğu konum ve koşullara uyarlanır: Kendisiyle dış dünya arasındaki çatışkıları, dış dünyayla kendisi arasındaki ilişkileri, nasıl kendi yararına göre ayarlayacağını değerlendirerek, yaşam biçimini düzenler: Kültürünü oluşturur.

Kendisini durum ve koşullara uyarlamak, çevresini kendisine göre biçimlendirmek için, bir şey yapmak, bir şey gerçekleştirmek, bir durumu değiştirmek daha ileriye taşınmak için çabada bulunmak gerekir.

İşte o çabanın adı eylemdir, eylemi gerçekleştiren de insandır: İnsanca üretilmiş olumlu /olumsuz, yararlı/yararsız ya da varlığıyla kıvandığımız / üzüldüğümüz ne varsa, tümünün yapıcısı insandır, olanın bitenin öznesi insandır. Doğumdan ölüme değin etkinliğimizi sağlayan olgular bütününü (yaşam); edici (özne), edimi (eylem) ilişkileri, işletişleri olarak özetleyebiliriz.

İnsanın halleri, öznesiyle eylemine yansır:
İnsanın yapıp etmedeki tavır, duruş ve nitemini; özne eylem ilişkisinden çıkarabilir, öznenin işi gerçekleştirişteki hallerini tanılayabiliriz.

Nedir, o haller?

Eylemi gerçekleştirişte:
*Gücü yetmek/ yetmemek, * Tezden yapıvermek, * İvecenlik/ üşengenlik, *başarmak / başaramamak, *Edimini sürdürmek/ sürdürememek, *Bekleneni gerçekleştirilebilmek / gerçekleştirememek, *Uyarılmak, *Edimine yaklaşıp /yaklaşamamak/ yaklaşır gibi olmak, *Yapıcılık /savsaklayıcılık, *İmeceli, ortaklaşa iş becermek, *Edimlerden etkilenmek,/ etkilenmemek, *Etkililik/etkisizlik, *Bizzat edimde bulunmak/edimi aracıyla gerçekleştirmek / baskıyla, zorla başkasına yaptırmak, *Edimini bırakmak / bırakmamak, *davranmak/davranamamak, *Umduruculuk, *Beklenilen tavırda olmak,/ beklenmeyen tavırda olmak, *Sorumluluktan kaçınır olmak, *Yapmacıklı davranış vb.

Anadili çalışmaları, ders değil, düşünüş eğitimi olarak işlenmek gerekir. Öyle yapılmıyor. Dilbilgisi metinler üzerinden dili, düşünüşü kavratma olarak işlenmiyor. Dilbilgisiyle ilgili kaynaklarda; on tane tanımı var. Yukarıda sıralanan 'öznenin halleri'ndeki bakışla konuya eğilirseniz, öznenin otuz iki niteliği olduğunu görebiliyorsunuz.

Dil, düşünüş eğitimi, tanım ezberletmekten öteye geçemiyor. Bir aymazlık ya da kurnazlık mıdır bu? Şaşırıyorum. Dil, düşünce görevsel ve işlevsel algılatılıp, kavratılırsa; kimin emeksiz kazanca sahip olduğunun anlaşılacağından, sömürünün ortaya çıkacağından mı korkuluyor?

Bir örnek:
Çocuk, sütü içti. (Eylemi özne yapıyor.)
Anası, çocuğa sütü içirdi (Eylem aracıyla gerçekleştiriliyor.)
Anası, çocuğa sütü içirtirdi. (Eylem, başka birisinin baskısıyla gerçekleştiriliyor.)
Anası, çocuğa sütü içirtirtti. (Eylem aracıyla ve zorla gerçekleştiriliyor.)

Bu görüş ve yorumla dünyaya baktığımda: Uygarlaşmış /uygarlaşamamış toplumları ve toplumları ve insanı nesneleştiren/ insanın esenliğine ayarlı toplumsal düzenleri birbirinden ayırabiliyorum. Dili bir düşünüş eğitimi olarak işlevsel ve görevselliğiyle işlemediğimize yazıklanıyorum.

Dostluk
(Gönüldeşlik, düşündeşlik, birbirine katlanma)

Uygarlaşma dostlukla başlar. Dostluk imeceliliktir, elleşmektir. Kamusal işleri ortaklaşa kotarmaktır. Kişisel ve evrensel düzlemde dostluğu yaşayabilseydik, kişi olarak biz ve dünya nasıl olurduk? sorusunun yanıtı uzun kaçar. Gelin, tek kişi üzerinden bakalım dostluk anlayışımıza:

Dost muyuz, kendi eşleğimizi mi (kopyamızı mı) arıyoruz?

Dost sandıklarımızdan kimileri:
Aynalarına, yabancı yüz yansısın istemezler. Aynalarının ortasına koyun pergelin bir ayağını, açın, dilediğiniz değin öteki kanadını, çizdiğiniz dairenin içine onlarınkinden başka fotoğraf düşmez.

Aynalarını bahçe saysanız, çiçeği tek, kokusu tek. Başkaymış gibi görünenleri, o türün boyama renkleridir ancak. O, ince davranışların, içtenlikli sözlerin, hoşgörülü tavırların cilasını kazıyın; özgecilik rolü oynayan tutumun altını eşeleyin, yeğin imparator çıkar karşınıza. Başka bir deyişle, kendinden başkasına yasaklı ben… O kıyısız, çitsiz, duvarsız gösterilen bahçenin çevresinde, gözle görülmez, demir duvarlar vardır, asla içine giremezsiniz.

Siz desem, alınırsınız. Alın bay İksi ya da bayan İgreki, çıkarın dostlarının dizelgesini, bir bakın: Hangisinden çekindiği için, onunla uyuma girmiş? Hangisini yararı dokunsun diye yanına çekmiş? Hangisini kendisine benzediği için kucaklamış? Yakın ilgisinin, bağlılığının altında ne yatıyor? Sevdiği, güvendiği, iyi geçinir göründükleriyle, içten içe, ne değin yakın, ne değin uzak? Yakın durduklarını, yardım, sevgi görüntüsü altında, kendi yönüne güdümlüyor mu? Kendine bağımlılaştırmaya mı yelteniyor? Kimlerin, kısıtlamasız düşünmesine, kendine koşulsuz davranmasına, içi burkulmadan izin veriyor? İçinin derinliklerine inin, orada yalnızca kedisini mi görmek istiyor? Başkasının kimliği, kişiliği palazlanırsa, iç burkulmalarına mı kapılıyor? Kıskançlığın kazmasıyla, hangi duvarları yıkıyor, çaktırmadan? Genişletip bayındır kılmak istediği alan, salt kendisi için mi, kamusal mı? Dost, sevgili dediklerine, ne oranda pay ayırabiliyor? Verir göründükleri bağış mı, hak mı?

Böylelerinden pek çoğunun sözlüğünde sevmek'in altında tutsak etmek, kullanmak; dostluğunun altında, görünmez mürekkeple, payanda aramak mı yazılı yoksa?

Kin
(İnsan yüreğinin götürmeyeceği yük)

Yabanıl doğayı ehlileştirirken, kendisini de kültürleştiren insanlık değerlerini yaratan insandır. Bugün, insanlık değerleri adına ne varsa elimizde, onları yaratıp; bilimle, edebiyatla, sanatla, uz düşünüşle bizi güzelleştiren insanoğludur.

Ah, ululadığımız düzlemde, tökezlemeden yürüseydi insanlık!.. Tarihin bir yanı, insanoğlunun kırıp döktüğüyle oluşmuş kin çöplüğü: Boşuna harcanmış güzel yaratılarının iniltisi geliyor, o çöplük dağının altından.

İnsanoğlu, beyniyle eliyle ne değin değiştirdi, dönüştürdü, yarattı ise; beynini, elini bir o değin de tersine işleterek sıra sıra kin dağları dikmiş kendi önüne. Engelinde bocalayıp duruyor. Kin kılıçlarıyla birbirini doğruyor. Sonsuz saygıyla kucakladığınız insanoğluna öfkelenesiniz geliyor: A gözüm, yaptıklarını yıkmasaydın, şimdi ben daha rahat yaşayacaktım; barışla, hoşgörüyle kucaklaşacak, daha birbirimizin olacaktık.

Şu kin kavramı girmeseydi, insanlığın sözlüğüne: Hani mideniz asitli suyla doludur, içiniz burgu burgudur, oyulur. Tadınız tuzunuz kaçmış, yüzünüz asık, hiçbir şeye hoşgörüyle bakamayacak durumda kıvranırsınız ya, kini ona benzetirim ilkin. Dahası mı, kin, ondan da beterdir: Beyninize de kara çengeller atar, sizi, birileriyle kavgaya çeker durur. O da yetmez, iliğinize siner; kara, koyu ve yapışkan bir eriyik olarak. Yüreğinizin her çırpınışında, nabzınızın yaşam tık tık tıklarını değil, başınıza hırs tokmaklarının indiğini duyumsarsınız. Sizi kendinizden koparıp, didişmeye savuran kara iç fırtınasıdır bu! Sürüklenirsiniz, deli yele kapılmış kuru yaprak gibi.

İnsanın iç güzelliklerini kazıyıp çöpe atan, yalnızca dış kalıbını insan görüntüsünde bırakan, onulmaz bir hastalıktır bu! Ona yakalanan ister kişi, ister toplum olsun; elinden olumlu iş, dilinden yatımına söz, beyninden üretken düşünce, gözünden tan açacak ışık çıkmaz artık. O, bizi onurlandıran, dikelten insan soyunun tarihindeki kara benekler, işte o kin'in katran karası yapışkan lekeleridir. İnsanlık tarihi, yıkım olarak ne gördüyse, onların tümü, işte o kin'in, evlilik dışı, soydanlığı düzgün olmayan (nesebi gayri sahih) dölüdür. Ondan türeyen tiranlar mı dersin, diktatörler mi dersin, ağzı demokrat beyni faşist çağdaş yöneticiler mi dersin, işte o soydur; insanoğlunun ördüğü güzellikleri karartan, talan eden..


Haziran 2011


Yazarın Önceki Yazıları:

Öfke
Düşünce, Düşünüş
Düşünmek

Türkçe Denemeye Katkı
Yiğit, Sert ve Dik Adam mıyım?
Soyadı Sahtekârıyım
SÖZ VE İNSAN / (Sözüne bak, insanını tanı)
Sözcük Seçimine Özen
Seslendirme ve Noktalamanın Önemi
Dil Savrukluğunun Nedenleri
Dilimizde Edim ve Edicinin Özellikleri