|
İnsana
değgin
KAVRAMLAR ÜSTÜNE
Özne
(Sezgisi, düş gücü olan, dış dünyaya karşı olan insandır.)
Dış dünyaya
karşı olan insan, kendisinden güçlü olan doğayı kendisine göre yeniden
biçimlendirirken, bir yandan da içinde bulunduğu konum ve koşullara
uyarlanır: Kendisiyle dış dünya arasındaki çatışkıları, dış dünyayla
kendisi arasındaki ilişkileri, nasıl kendi yararına göre ayarlayacağını
değerlendirerek, yaşam biçimini düzenler: Kültürünü oluşturur.
Kendisini durum
ve koşullara uyarlamak, çevresini kendisine göre biçimlendirmek
için, bir şey yapmak, bir şey gerçekleştirmek, bir durumu değiştirmek
daha ileriye taşınmak için çabada bulunmak gerekir.
İşte o çabanın adı eylemdir, eylemi gerçekleştiren de insandır:
İnsanca üretilmiş olumlu /olumsuz, yararlı/yararsız ya da varlığıyla
kıvandığımız / üzüldüğümüz ne varsa, tümünün yapıcısı insandır,
olanın bitenin öznesi insandır. Doğumdan ölüme değin etkinliğimizi
sağlayan olgular bütününü (yaşam); edici (özne), edimi (eylem) ilişkileri,
işletişleri olarak özetleyebiliriz.
İnsanın halleri,
öznesiyle eylemine yansır:
İnsanın yapıp etmedeki tavır, duruş ve nitemini; özne eylem ilişkisinden
çıkarabilir, öznenin işi gerçekleştirişteki hallerini tanılayabiliriz.
Nedir, o haller?
Eylemi gerçekleştirişte:
*Gücü yetmek/ yetmemek, * Tezden yapıvermek, * İvecenlik/
üşengenlik, *başarmak / başaramamak, *Edimini sürdürmek/ sürdürememek,
*Bekleneni gerçekleştirilebilmek / gerçekleştirememek, *Uyarılmak,
*Edimine yaklaşıp /yaklaşamamak/ yaklaşır gibi olmak, *Yapıcılık
/savsaklayıcılık, *İmeceli, ortaklaşa iş becermek, *Edimlerden etkilenmek,/
etkilenmemek, *Etkililik/etkisizlik, *Bizzat edimde bulunmak/edimi
aracıyla gerçekleştirmek / baskıyla, zorla başkasına yaptırmak,
*Edimini bırakmak / bırakmamak, *davranmak/davranamamak, *Umduruculuk,
*Beklenilen tavırda olmak,/ beklenmeyen tavırda olmak, *Sorumluluktan
kaçınır olmak, *Yapmacıklı davranış vb.
Anadili çalışmaları,
ders değil, düşünüş eğitimi olarak işlenmek gerekir. Öyle yapılmıyor.
Dilbilgisi metinler üzerinden dili, düşünüşü kavratma olarak işlenmiyor.
Dilbilgisiyle ilgili kaynaklarda; on tane tanımı var. Yukarıda sıralanan
'öznenin halleri'ndeki bakışla konuya eğilirseniz, öznenin otuz
iki niteliği olduğunu görebiliyorsunuz.
Dil, düşünüş
eğitimi, tanım ezberletmekten öteye geçemiyor. Bir aymazlık ya da
kurnazlık mıdır bu? Şaşırıyorum. Dil, düşünce görevsel ve işlevsel
algılatılıp, kavratılırsa; kimin emeksiz kazanca sahip olduğunun
anlaşılacağından, sömürünün ortaya çıkacağından mı korkuluyor?
Bir örnek:
Çocuk, sütü içti. (Eylemi özne yapıyor.)
Anası, çocuğa sütü içirdi (Eylem aracıyla gerçekleştiriliyor.)
Anası, çocuğa sütü içirtirdi. (Eylem, başka birisinin baskısıyla
gerçekleştiriliyor.)
Anası, çocuğa sütü içirtirtti. (Eylem aracıyla ve zorla gerçekleştiriliyor.)
Bu görüş ve
yorumla dünyaya baktığımda: Uygarlaşmış /uygarlaşamamış toplumları
ve toplumları ve insanı nesneleştiren/ insanın esenliğine ayarlı
toplumsal düzenleri birbirinden ayırabiliyorum. Dili bir düşünüş
eğitimi olarak işlevsel ve görevselliğiyle işlemediğimize yazıklanıyorum.
Dostluk
(Gönüldeşlik, düşündeşlik, birbirine katlanma)
Uygarlaşma dostlukla başlar. Dostluk imeceliliktir, elleşmektir.
Kamusal işleri ortaklaşa kotarmaktır. Kişisel ve evrensel düzlemde
dostluğu yaşayabilseydik, kişi olarak biz ve dünya nasıl olurduk?
sorusunun yanıtı uzun kaçar. Gelin, tek kişi üzerinden bakalım dostluk
anlayışımıza:
Dost muyuz,
kendi eşleğimizi mi (kopyamızı mı) arıyoruz?
Dost sandıklarımızdan
kimileri:
Aynalarına, yabancı yüz yansısın istemezler. Aynalarının ortasına
koyun pergelin bir ayağını, açın, dilediğiniz değin öteki kanadını,
çizdiğiniz dairenin içine onlarınkinden başka fotoğraf düşmez.
Aynalarını bahçe
saysanız, çiçeği tek, kokusu tek. Başkaymış gibi görünenleri, o
türün boyama renkleridir ancak. O, ince davranışların, içtenlikli
sözlerin, hoşgörülü tavırların cilasını kazıyın; özgecilik rolü
oynayan tutumun altını eşeleyin, yeğin imparator çıkar karşınıza.
Başka bir deyişle, kendinden başkasına yasaklı ben… O kıyısız, çitsiz,
duvarsız gösterilen bahçenin çevresinde, gözle görülmez, demir duvarlar
vardır, asla içine giremezsiniz.
Siz desem, alınırsınız.
Alın bay İksi ya da bayan İgreki, çıkarın dostlarının dizelgesini,
bir bakın: Hangisinden çekindiği için, onunla uyuma girmiş? Hangisini
yararı dokunsun diye yanına çekmiş? Hangisini kendisine benzediği
için kucaklamış? Yakın ilgisinin, bağlılığının altında ne yatıyor?
Sevdiği, güvendiği, iyi geçinir göründükleriyle, içten içe, ne değin
yakın, ne değin uzak? Yakın durduklarını, yardım, sevgi görüntüsü
altında, kendi yönüne güdümlüyor mu? Kendine bağımlılaştırmaya mı
yelteniyor? Kimlerin, kısıtlamasız düşünmesine, kendine koşulsuz
davranmasına, içi burkulmadan izin veriyor? İçinin derinliklerine
inin, orada yalnızca kedisini mi görmek istiyor? Başkasının kimliği,
kişiliği palazlanırsa, iç burkulmalarına mı kapılıyor? Kıskançlığın
kazmasıyla, hangi duvarları yıkıyor, çaktırmadan? Genişletip bayındır
kılmak istediği alan, salt kendisi için mi, kamusal mı? Dost, sevgili
dediklerine, ne oranda pay ayırabiliyor? Verir göründükleri bağış
mı, hak mı?
Böylelerinden
pek çoğunun sözlüğünde sevmek'in altında tutsak etmek, kullanmak;
dostluğunun altında, görünmez mürekkeple, payanda aramak mı yazılı
yoksa?
Kin
(İnsan yüreğinin götürmeyeceği yük)
Yabanıl doğayı ehlileştirirken, kendisini de kültürleştiren insanlık
değerlerini yaratan insandır. Bugün, insanlık değerleri adına ne
varsa elimizde, onları yaratıp; bilimle, edebiyatla, sanatla, uz
düşünüşle bizi güzelleştiren insanoğludur.
Ah, ululadığımız
düzlemde, tökezlemeden yürüseydi insanlık!.. Tarihin bir yanı, insanoğlunun
kırıp döktüğüyle oluşmuş kin çöplüğü: Boşuna harcanmış güzel yaratılarının
iniltisi geliyor, o çöplük dağının altından.
İnsanoğlu, beyniyle
eliyle ne değin değiştirdi, dönüştürdü, yarattı ise; beynini, elini
bir o değin de tersine işleterek sıra sıra kin dağları dikmiş kendi
önüne. Engelinde bocalayıp duruyor. Kin kılıçlarıyla birbirini doğruyor.
Sonsuz saygıyla kucakladığınız insanoğluna öfkelenesiniz geliyor:
A gözüm, yaptıklarını yıkmasaydın, şimdi ben daha rahat yaşayacaktım;
barışla, hoşgörüyle kucaklaşacak, daha birbirimizin olacaktık.
Şu kin kavramı
girmeseydi, insanlığın sözlüğüne: Hani mideniz asitli suyla doludur,
içiniz burgu burgudur, oyulur. Tadınız tuzunuz kaçmış, yüzünüz asık,
hiçbir şeye hoşgörüyle bakamayacak durumda kıvranırsınız ya, kini
ona benzetirim ilkin. Dahası mı, kin, ondan da beterdir: Beyninize
de kara çengeller atar, sizi, birileriyle kavgaya çeker durur. O
da yetmez, iliğinize siner; kara, koyu ve yapışkan bir eriyik olarak.
Yüreğinizin her çırpınışında, nabzınızın yaşam tık tık tıklarını
değil, başınıza hırs tokmaklarının indiğini duyumsarsınız. Sizi
kendinizden koparıp, didişmeye savuran kara iç fırtınasıdır bu!
Sürüklenirsiniz, deli yele kapılmış kuru yaprak gibi.
İnsanın iç güzelliklerini
kazıyıp çöpe atan, yalnızca dış kalıbını insan görüntüsünde bırakan,
onulmaz bir hastalıktır bu! Ona yakalanan ister kişi, ister toplum
olsun; elinden olumlu iş, dilinden yatımına söz, beyninden üretken
düşünce, gözünden tan açacak ışık çıkmaz artık. O, bizi onurlandıran,
dikelten insan soyunun tarihindeki kara benekler, işte o kin'in
katran karası yapışkan lekeleridir. İnsanlık tarihi, yıkım olarak
ne gördüyse, onların tümü, işte o kin'in, evlilik dışı, soydanlığı
düzgün olmayan (nesebi gayri sahih) dölüdür. Ondan türeyen tiranlar
mı dersin, diktatörler mi dersin, ağzı demokrat beyni faşist çağdaş
yöneticiler mi dersin, işte o soydur; insanoğlunun ördüğü güzellikleri
karartan, talan eden..
Haziran 2011
Yazarın Önceki Yazıları:
Öfke
Düşünce, Düşünüş
Düşünmek
Türkçe Denemeye Katkı
Yiğit, Sert ve Dik Adam mıyım?
Soyadı Sahtekârıyım
SÖZ VE İNSAN / (Sözüne bak, insanını tanı)
Sözcük Seçimine Özen
Seslendirme ve Noktalamanın Önemi
Dil Savrukluğunun Nedenleri
Dilimizde Edim ve Edicinin Özellikleri
|