Ayşenil Suadiyeli ATAOĞUL
Ayın Konuğu


Duo Romantika'dan
dört el'li sevgi damlaları...

Yıllar önce gazetemizin ilk sayılarından birine konuk olan çocukluk arkadaşım Piyanist Viktorya Kasuto'nun Alexandre Solopov ile birlikte 'dört el' olarak verdikleri Valentine's Day - Sevgililer Günü konserine gittim geçenlerde. Güneşli bir Pazar öğleden sonrası, Hutson'daki St. James Kilisesi'nin göl kıyısındaki camekânlı gösteri salonunda, kendilerine Duo Romantika adını veren bu ikiliyi dinlerken, piyano tuşlarının üstünde dört elin bu kadar uyumlu akışıyla adeta büyülendim. Sanatçılar programa Ibert'le başladılar, daha sonra Mendelsohn, Bizet, Gottschalk, Dvorak'la sürdürdüler, Gerswin'in ünlü 'Rhapsody in Blue' parçasıyla konseri bitirdiklerinde, salonu tamamen dolduran seyircilerin ayaktaki alkışlarını fazlasıyla hak etmişlerdi. Piyanoya 4 yaşında İstanbul'da başlayan İstanbul Devlet Konservatuarı mezunu Viktorya ile Rusya'nın Vladivostok kentinde doğup büyüyen, ünlü Moskova Tchaikovsky Konservatuarı mezunu Alexandre'ın yolları bir rastlantı sonucu Montreal McGill Üniversitesi Konservatuvarı'nda kesişmiş ve Duo Romantika ikilisi böyle doğmuş. Gerisini Viktorya'dan dinleyelim ....

- Viktoryacığım, bu konser nasıl gerçekleşti?
- Teklif 'Hudson Chamber Music Society'den geldi. Bizden konser istediler, 'ne zamana hazırlanabilirsiniz' dediler, ben de Şubatta olabilir demiştim. O zaman akıllarına gelmiş, iki kişi çalacaktık, adımız 'Duo Romantika' neden bir Valentine's Day konseri olmasın' dediler. Kabul ettik.

- Repertuarı kendiniz mi seçiyorsunuz?
- Tabi.

- Neye göre seçiyorsunuz?
- Repertuarı umumiyetle ben seçerim ama, materyalleri bulup Alexandre'a sorarım, "bu güzel mi, nasıl buldun, enteresan mı," diye. Sonra beraber deneriz, deşifre ederiz. Bu her zaman böyledir. Ondan sonra, ikimizin de gerçekten hoşuna giderse, o zaman o parçayı çalarız, yoksa kenara atarız.

- Bu ikili nasıl doğdu?
- Aşağı yukarı beş yıl önceydi. Ben artık solo çalmak istemiyordum.

- Neden?
- Çünkü solo çalmanın baskısı, stresi daha çok; daha çok sinirleniyorsun, endişeleniyorsun, yapayalnızsın. Oysa ikili olduğunda bütün sıkıntıları paylaşıyorsun, gülüyorsun, gırgır yapıyorsun, o kadar endişelenmiyorsun. Tabi ki çok heyecanlı oluyorsun ama, tek başına olmak gibi değil. Sonra sahnede de yalnızsın; oysa sahneyi paylaşmak çok rahatlatıcı bir duygu, sürekli bir temas var. Neyse, kendisini McGill'den tanıyorum ve çok çok iyi bir müzisyen olduğunu biliyordum. Çok da iyi bir solist olduğu için iyi uyuşacağımızı düşündüm ve ona teklifi ben götürdüm. 'Gel Brahms'ın Macar Danslarını beraber bir deneyelim' dedim. Ne ben ne de o daha önce hiç çalışmamıştık bu parçaları; ilk defa birlikte deşifre ettik ve bunu yaparken de uyumumuzu gördük. Yani müziği aynı şekilde algılayıp aynı şekilde düşünüyorduk, nefeslerimiz filan hep aynıydı. Bunun üzerine haydi birlikte bir deneyelim dedik.

- Peki çaldığınız parçalar dört el için mi yazılmış yoksa önce iki el için yazılıp dört ele mi uyarlanmış?
- Yoo, çoğu baştan dört el için yazılmış parçalar. Ben alıştırma yaparken yalnız dört el için yazılmış olanları seçmeyi daha çok seviyorum, ama bazen uyarlanmış olan parçaları da çalıştığımız oluyor. Bu konserde çaldıklarımızdan, mesela Mendelsohn, önce iki el için yazılmış ama sonradan kendisi dört el için düzenlemiş. Bir keresinde Grieg'in Peer Gynt Suit'ini çalmıştık. O iki el için yazılmış, sonradan dört ele uyarlamışlar.

- Peki o daha mı zor oluyor?
- Yoo... ona göre dört el için ayarlıyorlar, tam oluyor mu?.. Oluyor, çünkü yazan piyanist olunca, ona göre yazıyor. Mesela bu konserde çaldığımız Gerswhin de önce iki piyano için yazılmış... sonra Henry Levine bunu tek piyano, dört ele uyarlamış.

- İki piyano için yazılan eserler de var öyle mi?
- Tabi, çalıyoruz zaten. Şimdi 29 Mayıs'taki konserde çalacağız iki piyanoluk bir eser. Geçen seneki konserimizin yarısı iki piyano, yarısı dört el'di. Bir keresinde de iki piyano sekiz el çaldık. Yani her piyanoda iki kişi oturuyordu.

- Bu zor olmuyor mu?
- Tabi, uyum çok zor. Çok fazla çalışmak gerek. Bakışlar, nefesler hep uyum içinde olmalı.

- Nefes diyorsun hep... çok mu önemli?...
- Evet tabi. Şarkı söylerken de nefes almıyor musun? Konuşurken de öyle.

Bir cümlenin sonunda nokta vardır, yani bir nefes alır ondan sonra devam edersin konuşmana. Piyanoda da aynı. Duruşlar var, nefesler var. Müziğin de nefes alması gerekir. Nefessiz müzik dümdüz gider, ruhsuzdur. İniş çıkışları olması gerekir. Biriyle çalınca nefeslerin uyumu şarttır.

- Artık tek başına çalmayacaksın öyle mi?
- Evet, ondan yoruldum, öyle stres oluyorum ki artık zevk almıyorum; ama Alexandre tek başına da çalar.

- Senede kaç konser veriyorsunuz? Daha doğrusu her sene konser veriyor musunuz?
- Seneden seneye değişir. Evet her sene konser vermeye çalışıyoruz, onu ben prensip edindim. McGill'de konser salonunu her sene önceden alırız, o zaman mecbur oluyorsun. Şimdi 29 Mayıs'ta bir konserimiz var, ama orada McGill'deki bütün hocalar çalacak, o yüzden biz 15 dakika çalacağız. 6 Haziran'da ise yine McGill'de Tanna Schulich salonunda da bir konserimiz var, orada yalnızca ikimiz çalacağız. Repertuarımız da aşağı yıkarı bu konserdekinin aynısı olacak. Bir de Pierrefond'da bir derneğin yardım konseri var.

- Yardım konserlerinden para alıyor musunuz?
- Ben hiç almam. Ama Alexandre için biraz vermelerini isteyeceğim, çünkü onun hem ihtiyacı var, hem de kendisi o derneğe üye olmadığı için para alabilir. Ama ben o derneğin Yönetim Kurulundayım, o yüzden alamam. Ben para almayarak onlara bağış yapmış gibi oluyorum.

- Bize kısaca kendini anlatır mısın? İstanbul'da Devlet Konservatuarıyla başlamıştın değil mi?
- Aslında önce Belediye Konservatuvarı'nda başladım. O zamanlar Cağaloğlu'ndaydı, önce normal okula gidiyordum, sonra akşamları da konservatuara giderdim annemle. Hatta orada beklerken de derslerimi yapardım. Şimdiki çocuklar o kadar rahatlar ki, biz o zamanlar ne kadar zorluklar çekerdik, İstanbul'daki trafik de malum. Sonra liseyi bitirdim, Belediye Konservatuvarı'ndan da ayrıca lise diploması aldım. Sonra Devlet Konservatuvarı'na geçtim. Ersin Onay, Gülçin Onay'la çalıştım, mezuniyetten sonra da asistanlığa başladım. O arada evlendim ve eşimle birlikte Kanada'ya geldik.

- Burada müzik dünyasında mesleğini sürdürmek kolay oldu mu?
- Buraya gelince ilk başta ders vermek istemedim, biraz daha okumak istedim. İki küçük oğlum vardı. Buna rağmen okula gitmem şarttı, çünkü maalesef İstanbul'da aldığım diploma burada pek geçerli değildi. Hem McGill hem de Montreal Üniversitesi'nin piyano sınavlarına girdim. McGill'deki hoca, Charles Reiner, benim daha çok hoşuma gidiyordu. O yüzden McGill'i tercih ettim ve onunla çalışmaya başladım.

- Ne kadar okudun?
- Epey; 1983'te girdim, aşağı yukarı 9 sene orada okudum. Başta tamgün gidiyordun, çünkü ben 'performans' üzerine çalıştığım için krediler çok yüksekti, sade piyano kredisi 8'di. Sonra yarımgün öğrenime döndüm. Bu arada ders vermeye de başladım. Bir hocam vardı, ders verip veremeyeceğimi sordu. Kabul ettim. Ancak McGill'de oda sıkıntısı vardı, hâlâ da vardır. O yüzden bu hoca bana evimde ders verip veremeyeceğimi sordu, onu da kabul ettim. Ben West Island'da oturuyorum, oradaki öğrencileri bana verdiler. O zaman bizim oralarda McGill'e bağlı tek hoca bendim.

- Kaç yılıydı?
- 1986 yılıydı.

- O zamandan beri mi ders veriyorsun?
- Evet, McGill zaten benim ikinci evimdir, kimseye toz kondurtmam McGill'e.

- Öğrencilerini seçiyor musun yoksa herkesi kabul ediyor musun?
- Şimdi artık seçiyorum. İlk başlarda hiç seçmiyordum, paraya ihtiyacımız vardı. Ayrıca 12 sene de bale eşliği yaptım hatırlarsan; geceleri 5 saatliğine giderdim.

- Balerinlere, çalışmalarında eşlik ederdin değil mi?
- Evet, o benim için çok büyük bir tecrübe olmuştur. Ama doğru dürüst para vermezlerdi, saatine 16 dolar filan verirlerdi. Ama çok hoşuma giderdi o balerinleri seyretmek, o insanlarla olan ilişki ve bağ benim çok hoşuma giderdi. Ben çalmayı da çok sevdiğim için idealdi. Sonra çok ciddi bir baleydi. Yıl sonunda Akademi için sınav yaparlardı, o sınavlarda da ben çalardım. Oldukça stresliydi, tıkır tıkır gitmen gerekir, çünkü hoca piyanistle uğraşmak istemez. Zaten o zaman ne iş çıksa yapıyordum.

- Şimdi ise öğrencilerini seçtiğini söylüyorsun, neye göre seçiyorsun?
- Ne bileyim, hoşuma giderse, önce bir görüşür bakarım...

- Yaş önemli mi?
- Hayır, yetişkinler de olabilir ama, bazı yetişkinler zordur, kabiliyeti yoksa canın çıkar. Bende bir huy var, yapamayana bile yaptırmaya çalışırım, devamlı uğraşır kendimi yer bitiririm.

- Başarılı olduklarında da çok zevkli değil mi?
- Evet, mesela bir talebem var, müzikolojiyi bitiriyor, yani master yapıyor. Bu korkunç bir şey. Demek ki bu kıza ben bir şeyler aşıladım ki, o da bu yolu seçti. Aslında herkes piyanist olsun istemem, çok zor, çok yıpratıcı bir şey. Çünkü çok rekabet var. Bir de her önüne gelen hocalık yapıyor ki, bu bir felaket. Etrafta öyle hocalar var ki ayrıntılardan hiç haberleri yok. Ben McGill'de piyano koordinasyon işi de yaptığım için bunu görüyorum. Hocalar soruları olduğunda hep beni ararlar, 'bu sınıf için bu parça iyi mi, bu talebe bunu çalabilir mi' gibi sorular sorarlar. O zaman ne kadar yetersiz olduklarını görüyorum.

- Piyano çalmayı seviyorsun biliyorum ama, bazen sıkıldığın da oluyor mu?
- Hayır, o benim hobim.

- Yani hobini iş olarak yapıyorsun ve bundan para kazanıyorsun, ne şanslısın.
- Evet öyle, bundan sıkılmıyorum ama, bazen yoruluyorum. Hocalarla koordinasyon işleri için saatlerce telefondayım. Sonra saat 3 civarında dersler başlar. McGill'deki çalışmalar da var tabi. Sonra parçalarla ilgili araştırmaları da kendim yaparım, kimseye bırakmam. Her şeyi kendim yaptığım, yapmak istediğim için yorulurum, ama asla sıkılmam.

- İşte gerçek piyanist buna denir.
- Bilmem... hah.. haa... öyle olsa gerek.

- Teşekkürler.

Değerli okuyucularımız, Duo Romantika'yı dinlemek ve de benim gibi büyülenmek isterseniz, 6 Haziran 2009 Cumartesi, saat 19.30'da McGill Üniversitesi Tanna Schulich salonundaki konserlerini kaçırmayın.


Nisan 2009


Yazarın Önceki Yazıları:

Petro Canada'ya karşı işçilerin utkusu
Kriz gerçekten korkunç mu?
"Zekât, bu ülkede herkes tarafından gerektiği gibi uygulansa…"
Zayıflamak sorun değil, onu korumayı bilmeli!
Ressam Ali Refik Ataoğul: "Sanatçı avant-garde olmalı"
Profesyonel bir yardım toplayıcı: Eda Levi
Fethullah hareketiyle ilgili Mahçupyan:
"O ağın içinde pekişmesi sayesinde tabii ki bir siyasi güç"

Mahçupyan: "Hrant'ın ölümünü hâlâ kabullenebilmiş değilim."
"Benim planlamacıya ihtiyacım yok demeyin!"
"Çok paranız olması önemli değil, elinizdekini akıllıca değerlendirin!"
Rum Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs yurttaşlarına pasaport veriyor
Melisa, oğlu ve torununa destek için Erivan'dan geldi
İsmail Cem İpekçi: "Kültürünüzü yitirmeyin ama, yaşadığınız topluma da karışın!"