Yalçın DİKER
Diyaspora-Türk

 

Alıp Başını Gidebilmek…

Alıp başını gidebilsen canın istediğinde.

Nereye gittiğinin de önemi olmasa. Kapıyı usulca çekip sakin adımlarla, kaçarcasına uzaklaşabilsen her şeyden.

Arkanda bıraktıklarının, gittiğini bile fark etmediklerini görüp üzülsen, seni delicesine özlediklerini bilip sevinsen. Acı acı mutlu olsan.

Öfkeni ve endişelerini, kızgınlık ve bıkkınlıklarını, hatalarını ve yalanları; hatta kendini bile geride bıraksan giderken. Yanına bir tek içinin derinliklerinde herkesten fellik fellik sakladıklarını alsan.

Hiç kimse hatta sevgilin bile bilmese nereye gittiğini.

Çok mutluyken, öylesine çıkıp gitsen oralardan, dönüş biletin cebinde olsa ve gemileri yakarak hiç dönmesen.

Elini kolunu sallayarak giderken; defalarca okuduğun ve bir türlü okuyamadığın kitaplarını; anı dolu defterlerini, yazılmamış duygu ve düşüncelerini alsan yanına. En sevdiğin müzikleri, anı dolu resimleri, çocuğunun eski bir oyuncağını taşısan valizinde. O valizi hiç açman gerekmese.

Pişmanlık, kırgınlık, özlem, endişe olmasa ama birazcık korku olsa içinde bu gidisin.

O istemeye istemeye alıştığın veya seni kaskatı eden değil, ne olduğunu kestiremediğin, denize atlarken derinin hemen altında, karanlık bir yolda sırtının ortasında hissettiğin gibi gelip geçici bir korku olsa içindeki.

Ve günlerce uzaktaki, kimsenin seni tanımadığı bilmediği o yere ulaşıversen bir an önce. Yol boyunca güneşin doğuş ve batışlarını, yıldızları ve bulutları, karı ve güneşi izlesen trenin camından, seyahatin tadını sindire sindire çıkarsan. Ve aynı gün sımsıkı sarılabilsen sabırsızca beklediğin sevgiline.

Gittiğin yer, günlük güneşlik, geniş kumsalıyla deniz deryası ayaklarının altında, melankolik karlı bir dağ başı olsa.

Arka bahçesinde beline kadar kar, ön bahçesinde iki adımda dalıvereceğin koyu lacivert, türkuaz, yemyeşil bir deniz. Denizde rengarenk yelkenliler, uzaklarda geçip giden mağrur yük gemileri, masmavi gökyüzüne serpilmiş kümülüs bulutları, çığlık çığlığa birbirleriyle yarışan martılar olsa.

Bahçesinde meşeden bir veranda, verandada okuyup, yazacağın, gözünü ufka dikip saatlerce anılara, hayallere dalıp gideceğin tek kişilik bir koltuk olsa. O koltukta yalnız başına oturup çayını yudumlarken, gözlerinin içinde yitip gittiğin sevgilinle kadeh tokuştursan. Çok zamandır görmediğin çocukların gelse acıkmış. Deniz ve yosun kokan verandada hapisteki dostlarınla meslekten konuşup gülüşsen, özlem gidersen.

Annenin yemeklerinden yesen nazlana nazlana.

Apaçık belirsizliklerle, kabul edemediğin gerçeklerle yüzleşmekten kaçınabilsen.

Aniden bir telefon gelse uzaklardan. O her zamanki kararlı ses tonu ile ablan olsa arayan seni.

"Ben artık tümüyle iyileştim yavrum, hadi ağabeyimi de alın gelin portakaldan top ve sandalyeden kalelerle maç yapalım" dese…

...

Mart 2011

Yazarın önceki yazıları:
Anı Yaşamak
Kesilip Saklanacak Bir Yazı
Harcamak
İlişki
Çağdaş Türkiye'yi Kim Koruyacak?
Başarı
Bizim Ermeniler
Bilmiyorum
Federasyon
Altıkat'ı Anma Töreni Üzerine
Çıktık Açık Alınla
Yorumsuz Yorum
Adam Olmak İstemiyorum!
Kanada - Türkiye Diplomatik İlişkileri Alt Düzeye İndirilmelidir!
24 Nisan
Kendimize Sormamız Gereken Soru
Ottava Türk Derneği (3)
Ottava Türk Derneği (2)
Ottava Türk Derneği (1)
İki Kere Okunması Gereken Yazı
Kanada Parlamentosunda İlk Türk Parlamenter
Gün Gelir
Boşuna Yazılmış Bir Yazı
Ottava Türk Festivali
Örgütlendiremediklerimizden misiniz?
Çağdaş Ağalık Sistemi
Türkiye Laiktir, Laik Kalacak
Eleştiri Delinin Düdük Çaldığı Gibi Yapılmaz!
Başım Ağrıyor
Sivrisinek Masalı
Hadi Görünelim!